İnsanlar çok kırılgan ve çok hassas olmuş. Her an, her söz ve davranışta kırılabiliyor veya kırabiliyor. Kimi kırılsa da bir duygularını dışa vurmaktan kaçınabiliyor. Bu dışa vuramadığı duygular içerisinde birçok önemli düşünce ve olaylar saklı kalabiliyor. Bu saklı kalan dünya içerisinde, olup bitenlerden ancak kendi iç dünyasında savaşlar yaparak, kazanma veya kaybetme ikilemi yaşayabiliyor. Kimi zaman, savaşı kazanmış kahraman edasıyla çevresine kendini kabul ettirebiliyor, kimi zaman da savaş meydanında hezimete uğramış, bir ordu pozisyonunda darmadağın, tuz buz oluyor.

Bazen yaşanmışlıklara ve yaşanması muhtemellere sahiplik etmek, hükmetmek istersin; ancak nafile... İpin ucu elinden kaçmıştır. Her geçen an da ilmikler bir bir açılır, her geçen gün açık daha da büyür. An gelir, artık vazgeçersin, sadece beklentiler içerisinde umut etmekten başka bir şey kalmamıştır elinde.

Yaşanmışlıklara ve yaşanacak olanlara, hükmedemezsin ki hayata. Sadece beklersin hatta daha da ötesinde umut edersin. Hassasiyetlerin, beklentilerin, arzuların, ümitlerin bir bir yok olarak büyük bir bozguna uğratılmış olarak pişmanlıklar duyarsın.  

Belki seni terk etmeyen sadece pişmanlıklarındır. Onlar ömür boyunca seni terk etmezler. Olumlu-olumsuz yaşadıkların, pişmanlıkların asla yok olmazlar, olamazlar.

İçselleşmiş olan yaşanmışlıklarınla, kimi zaman asla değiştiremeyeceğin çırpınışlarınla öz benliğinde sahiplik edemediğin, terk edemediğin, yeri gelince öldüremediğin kırılganlıkların, nedametlerin ortaya çıkar. Yıllar geçse de, ömür bitecek olsa da, bu geçmişte yaşadığın, onlarca, yüzlerce belki de binlerce olay ve söylemler hep taze, hep sırdaşın, hep refakatçin olarak seni asla terk etmezler. Sen istesen de, istemesen de… Onlar her zaman var olmuş ve var olacaktır, bir şey gelmeyecektir elinden… Uğraşamazsın, çabalayamazsın, çözümleyemezsin… Belki de çırpındıkça daha çok dibe batarsın. Korkarsın, ürkersin, kaygılanırsın, bir titreme sarar tüm bedenini, benliğini… Varsın dursun dersin, kendi halinde, ahvalinde…

Hayal kırıklığı, serzeniş, üzüntü, keder ve kaygılarla dolu bir yaşam keşmekeşiyle, yaşın kaç olursa olsun, çekilirsin kabuğuna… Ulaşılması çok zor, senden başka kimsenin giremediği, göremediği, anlamadığı, anlayamadığı, kale misali korunaklı, görünmezlik iksiri içirilmiş gibi, belki de deve kuşu misali başını kumlara sokarsın. “Ne olacaksa olsun, bari gözüm görmesin” diyerek âdeta kendini soyutlarsın olacaklardan… Belki de kimsenin anlamadığı, anlayamadığı bir şekilde, büyürsün yaşadıklarınla, acılarınla, hüsranlarınla, pişmanlıklarınla… Bir türlü dışarıya çıkaramazsın, çıkarmayı düşünmezsin, “ben yanmışım, bari ailem, çoluk çocuğum yanmasın” gibisinden bir takım şeylerin arkasına sığınırsın.

Nereye kadar, bu çaresizlik, nereye kadar bu duygusallık, nereye kadar bu kendin ile olan iç hesaplaşman, ne zaman sonra erecek, prangalara vurulmuş olan bu yaşam tarzın… Bir bakmışsan başka biri olup çıkıvermişsin ortaya… Artık sahiplik edemediklerine başkaları sahip çıkmış, artık onlar seni yönlendiriyordur. Beklemediğin bazı kişilerden, arzu etmediğin söz ve davranışlar neticesinde farklı bir insan hüviyetine girdiğinden beri, yıkım, kahır, kaygı, depresyon ve agresiflik kaplamış oluyor sosyal yaşantını… Bu durumda sıkıntı yaşayan, ıstırap çeken, yıpranan, yalpalanan, ağır aksak yaşamak zorunda kalan, elbette yine sen oluyorsun.

Maalesef hayat akıp gidiyor. Irmak misali, takvim yaprağı misali her geçen an, dakika hayatından bir şeyler akıp götürüyor. Hemen herkes yaşıyor tüm bunları… Kimse kendisini soyutlayamıyor, kimse yeterince çaresini bulamıyor. Ta ki vade dolup, göç vakti gelene kadar…

Belki de insan olmanın gereğidir bütün bunlar. Düşünen bir varlık olarak insan, yaşadıkça da tüm bunlarla karışılacaktır, savaşacaktır; ama bu savaşı kazanır, ama kaybeder. İnsan bunları yaşayacak, direnecek, savaşacaktır, kabul etseniz de, etmeseniz de bu böyledir.

Kendiniz için, aileniz için, sevdikleriniz için, lütfen evde kalmaya devam ve gayret edelim.

Kerim BAYDAK

[email protected]