Dernek yönetimlerinde aktif görev alan, ara sıra medyada gözüken, görevini layıkıyla yerine getirip bunu kamuoyuyla paylaşmayı ilke edinen, kısacası “toplumun gönüllü hamallığını” yapan insanlar, hemen “siyasete oynuyor” diye sözüm ona yaftalanır. Suçmuş gibi… Hey Yarabbi!
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği Adıyaman Şubesinin kurucu başkanlığını yapan ve memleketimizin ihtiyacı olan mermer işletmeciliğine 30 ortakla ilk kez “Bismillah” diyen Mehmet Dağtekin kardeşimiz de bu yaftalananlardan(!)
Yaklaşık 6 ay önce e-postama düşen bir mesajdan Dağtekin’in “Ömer Bin Abdulaziz’in Hayatı ve Devlet İdaresi” adlı kitabının olduğunu öğrendiğimde hemen aradım, kitapçılarda bulamayınca okuyup iade etmek üzere istedim. Elindeki tek nüshayı sağ olsun 15–20 gün önce getirdi. Okuyup geri verdim.
Kitabın, Dağtekin’in İlahiyat Fakültesi lisans tezi olduğunu ve 1992 yılında yazıldığını gördüm. 88 sayfalık “Kitapçık” içeriğinin Ömer b. Abdulaziz’in devlet yönetimiyle ilgili örnek yaşantısından kesitler içerdiğini, özellikle devlet, belediye ve STK yönetiminde bulunanlar ile adaylarının bu “dışı küçük, içi büyük” kitapçığı mutlaka okumaları gerektiğine inandım.
Hicri 86 yılında henüz 25 yaşında Medine Valiliğine atanan Ömer, ilk iş olarak devrin en büyük 10 fıkıh bilgininden oluşan Danışma Kurulu ihdas ediyor. Ve bu kurula “Sizinle danışmadan ve İslami hükmünü ortaya çıkarmadan her hangi bir iş görmek istemem. Ayrıca memurlarımdan birinin zulüm ve haksızlığını görür veya işitirseniz mutlaka bana haber vermelisiniz.” diye talimat veriyor. Bu satırları okuyunca yalnızca kendi aklını ve gözünü beğenen ve adeta “kendi fikrine tapan” bazı seçilmişleri hatırladım.
“Emevi halifeleri halk ile görüşmeleri sınırlandırmışlar ve araya aşılmaz engeller koymuşlardı. Ömer b. Abdulaziz bu engelleri kaldırmayı başardı ve halk ile halife arasında görüşmelerin doğrudan doğruya yapılmasını sağladı. Bundan sonradır ki zulme uğrayanlar dertlerini halifeye açabildiler.” Diye yazan kitabın 39’ncu sayfasını okuyunca ağzı olup dili olmayan gariban vatandaşlara 40–50 günde bile randevu vermeyen ve üstelik bilinen makamından fellik fellik kaçarak resmi veya gayri resmi alternatif makamlar oluşturan bazı seçilmişleri hatırladım.  
Cuma hutbesine çıkan Ömer, hutbenin sonuna geldiğinde 60 yıldır süregelen Ehli Beyt’e sövmeyi bırakarak onun yerine “Şüphesiz ki Allah adaleti, ihsanı akrabaya vermeyi emreder. Edepsizlikten, fenalıktan ve azgınlıktan meneder…” Ayetini okur ve artık sövmenin yasak olduğunu bildirir. Bu bölümü okuduğumda, karşıt görüştekilere sövmeyi “meziyet” sanan, “meziyetsizliğiyle” her gün ekranları kirleten bazı siyasetçileri hatırladım.
Satın aldığı yere ölmeden önce kendi mezarını kazdırdığını aktaran 73’ncü sayfayı okuduğumda ise “ölümü hatırlatsın” diye 15 yıl kadar önce satın alıp kazdırarak taşlarına kadar ördürdüğüm ve etrafına çam ağaçları diktirdiğim kendi mezarımı hatırladım. Tabii ki Allah herkes gibi bize de öncelikle temiz ve geç ölüm versin, sırtımızdaki “ip”in dahi hesabını verebilir kılsın…
Dağtekin, bu eserin 2. baskısını yaparsa gelin siz de okuyun. Eminim başka önemli şeyleri sizler de hatırlayacaksınız.
NOT: Dünkü yazının konusuyla ilgili olarak 7’nci paragrafta, “Küp içindekini sızdırır.’ diye bir atasözü var ama ya küpte bir şey yoksa?” demiştim.
Soyadı “Geceden sonra gelen” dostum adaşım gönderdiği e-mailde “Mustafa Bey, yazınızı okudum, elinize ve aklınıza sağlık. Hz. Mevlana: ‘Testinin içinde ne varsa dışına da o sızar.’ … Diyerek sözün kaynağı konusunda her zamanki kibarlığıyla sağ olsun bir düzeltme yapmış. Demek ki söz, atasözü değil, Mevlana Hazretlerinin sözü imiş…
Mevlana: “İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı olmaz.”
 
Mustafa Işıldak www.mustafaisildak.com.tr
0532-422 95 28 [email protected]