Prof. Dr. Ümit Özdağ: 6 Şubat depreminin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Depremin 11 ilimizi kapsadığını ve merkez üssünün Kahramanmaraş olduğunu biliyoruz ama buna rağmen depremden en ağır zarar gören şehir hiç şüphesiz Hatay ve Hatay’da da Antakya oldu. Depremin ikinci gününün akşamı üçüncü günün sabahı buradaydım. Görmüş olduğum manzarayı ancak Hiroşima ve Nagazaki’nin fotoğraflarıyla zihnimde karşılaştırabildim.
Şunu da ifade edeyim, 6 Şubat depremi bir beklenmedik doğal afet değildi. 2019’da İçişleri Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Kahramanmaraş’ta 7.4 üstünde bir depremin Kahramanmaraş merkezi ve 11 ili kapsayacağı bir depremin, senaryo çalışmasını bir çalıştayla yapmıştı. Bu çalıştay yapılmış olmasına rağmen depremin gerçekleşeceği bilinmesine rağmen başta hastane, okul olmak üzere kamu kurumları bu depreme karşı bir güçlendirme sürecine alındı mı? Hayır, alınmadı. Peki, bu illerde depreme karşı bir bilinci oluşturmak ve depremde yapılması gerekilenlerle ilgili bir eğitim yapıldı mı? Hayır, yapılmadı. Kentlerin, depremin yaşanacağı kentlerin kritik noktalılarına depremden sonra insanların kendi başlarına ilk yardımı yapabilecekleri, ilk çıkarma işlemlerini yapabilecekleri, çelik dolaplar içerisinde alet, edevat yerleştirilmesi yapıldı mı? Yapılmadı. Depremden sonra geçici olarak insanların yerleşecekleri alanlar önceden belirlendi mi, bu alanları altyapıları hazırlandı mı, su ve kanalizasyon hazırlıkları yapıldı mı? Çadır depoları, battaniye depoları gerçekleştirildi mi? Konteynerler bir arada kurulmadan ama kurulmaya hazır şekilde bu kentin, bu bölgenin değişik yerlerine yerleştirilebilecekken yerleştirildi mi? Hayır. Peki, değişik devlet birimleri başta polis, jandarma ve silahlı kuvvetler olmak üzere bu bölgedeki depremde ilk müdahale eğitimi verildi mi? İlk müdahalede kullanacakları araç ve gereçler temin edildi mi? O da hayır. Yıllarca seyredildi ve deprem oldu. İlk 24 saat seyredildi sonra 36 saat seyredildi sonra 48 saat seyredildi. Askeri birlikler bile müdahale ettirilmedi ve nihayet 3. günün içinde ilk adımlar atılmaya başlandı. Şimdi, aynı süreci Kahramanmaraş’ın, Hatay’ın, Gaziantep’in yaşadığı süreci İstanbul yaşıyor. Rönesans binasının hemen yanında bir sivil toplum örgütünün kurtarma çalışmalarını incelerken ara verip bir çaya davet ettiler beni ve arkadaşlarımı. Malzeme çadırlarını gösterdiler. Çok profesyonel ve çok deneyimli. Bende sordum kendilerine, “Bir ekip kaç kişiden oluşur, kaç ekiple çalışıyorsunuz?” O sorularıma cevap verdi sonra bir daha sordum, “Peki, yarın İstanbul’da bir deprem olduğunda ne kadar kurtarıcı gerekiyor, kaç insan gücüne ihtiyaç var?” 6 bin ve 7 bin arası dedi. Evet, İstanbul’da şimdi Hatay gibi depremin karşısında korumasız bir durumda bırakılmış.
Hataylılar doğru şekilde tespit ederek Türkiye üzerinde büyük bir oyunun oynandığını ve bu oyunun merkez üstlerinin başında Hatay’ın geldiğini de görüyorlar. Gerçekten ülkemiz, içinde yaşadığımız ülke çok ağır bir krizden geçerken 4 ana saldırıyla karşı karşıya ve bu saldırıların koordinasyon merkezi aynı stratejik akıl aynı merkez. Birincisi Kuzey Irakta ve Suriye’nin kuzeyinde PKK ve YPG’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine yapmış olduğu saldırıların oluşturduğu tehdittir. Bu saldırılar, nicelik olamasa bile nitelik açısından 1991-92 döneminde PKK’nin sınırlarımızda gerçekleştirdiği ve stratejik denge döneminden stratejik saldırı dönemine geçme çabası olarak ifade ettikleri saldırılara benzemektedir. Bu saldırıların, istihbarat anlamında, teçhizat anlamında, yabancı servisler ve ordular tarafından desteklendiği de hiç tartışmaya kapalı bir husustur. İkinci saldırı boyutunu, hükümetin yanlış politikalarından dolayı dirilmekte olan FETÖ saldırıları oluşturmaktadır. FETÖ, bir casusluk ve terör örgütüdür. FETÖ, Türkiye’yi bir iç savaşa sürükleyecek arayış içerisindedir. Bu arayışlarında yeni mevziler kazandığını biliyoruz bu da hükümetin hatalı fetöyle mücadele politikalarının bir sonucudur. FETÖ’nün içinde olduğu arayışlarla ilgili olarak Zafer Partisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne uyarmaya ikaz etmeye devam edecektir. Üçüncü saldırı kolunu ise IŞİD’in saldırıları oluşturmaktadır. IŞİD, şu anda Türkiye’de bir iç çatışma çıkartmak için aktif arayış içerisindedir. 2019’da Türkiye vilayeti programını açıklamıştır. Karargâhı artık Suriye’de değil Türkiye’dedir. Türk Emniyetinin yapmış olduğu en önemli ve sayıca çok operasyon, PKK operasyonları FETÖ operasyonları değil, IŞİD operasyonlarıdır. IŞİD ülkemizde sabotajlar, suikastlar, bombalı eylemler yapma arayışları içerisindedir. Sürekli emniyet operasyonlarıyla, MİT operasyonlarıyla bu girişimler durdurulmaktadır.
Erdoğan’ın en son yapmış olduğu açıklama, yaşasın cumhuriyet açıklaması, 1923’ten beri şeklinde. Sanıyoruz bu hilafet söylemlerinin arkasındaki yabancı servis kaynakları bilgisinin kendisine iletilmesinin bir neticesidir. Öyle ummak istiyoruz. Evet, bu dört saldırı aynı stratejik akıl tarafından şekillendiriliyor ve gerçekleştiriliyor. Bölgemiz büyük bir savaşın içinde ama daha büyük bir savaşa doğru hızla ilerliyor.
Şimdi, İran’ın Pakistan’ı vurması neticesinde (Belucistan‘daki belirli yerleri), Pakistan’ın da cevap olarak İran’a yönelik adımlar atması bölgedeki gerilimi daha da artırmıştır. Israrla ikaz etmemize rağmen hükümetin gereken önlemleri Türkiye’nin savunması için almakta büyük ölçüde geciktiğini görüyoruz. Barış istiyorsan savaşa hazır olacaksın, eski bir Roma deyişidir. Türkiye’nin bölgesi böyle bir ateş çemberi içindeyken Kıbrıs dahil olmak üzere özellikle KKTC’de değişik arayışlar sahneye konulurken bir an önce Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları arasındaki emir komuta zincirini doğru olarak kurması gerekmektedir. İki, silahlı kuvvetlerde atamaların liyakat esasında yapılması büyük bir zorunluluktur. Liyakat esasında değil siyaset esasında silahlı kuvvetlerde yapılacak atamalar, bu millete ve bu devlete ihanet anlamını taşır. Devletimizin, milletimizin geleceği, çocuklarımızın canı, siyaset esasında atanan komutanlara değil, ancak liyakat esasında atanan komutanlara emanet edilmelidir.
Hala askeri sağlık sistemimiz yoktur. Bu kabul edilebilir değil. Bakın, bölgedeki sivil hastanelere sevk edilen gazilerimizin, terör örgütüne müzahir sağlık personelleri tarafından taciz edildiğine dair iddialar vardır. Bu iddialarla ilgili Sağlık Bakanlığı soruşturma açmış mıdır, bunu sayın sağlık bakanına soruyoruz. Ama bunun da ötesinde harp cerrahisi bir başka uzmanlık alanıdır. Her cerrah, harp cerrahı değildir. Sağlıktan sorumlu genel başkan yardımcımız Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu bir ortopedi profesörü olmasının ötesinde deneyimli bir harp cerrahı olarak, bir askerin bacağından patlamamış fünye çıkartmak için ameliyata girmiştir. Ameliyata bomba imha ekipleriyle birlikte girmiştir. Bunu sivil bir doktordan isteyemezsiniz.
Ayrıca silahlı kuvvetlerde hala askeri yargı sistemi kurulmamış, var olan tahrip edilmiştir. Gerekçesi, FETÖ sızdı. FETÖ silahlı kuvvetlere de sızdı sadece askeri yargıya sızmadı ki. O zaman silahlı kuvvetleri de kapatın. Disiplinsizliğin kontrol altına alınmasının tek yolu askeri yargının kurulmasıdır. Şimdi sosyal medyada soruyoruz ve milli savunma bakanına da buradan soruyoruz, bazı astsubaylar, ‘Biz ibadetimizi yapacağız’ diye eğitime çıkmayı reddetmişler. Sayın bakan, acaba bununla ilgili bir soruşturma açtı mı? Askerlik zaten ibadetin kendisidir, vatan savunması ibadetin kendisidir. Ben ibadet edeceğim diye vatan savunmasına çıkmayan adamın Türk Silahlı Kuvvetleri’nde işi nedir. Bütün bunların kontrol altına alınması gerekmektedir. Keza, Türkiye’nin asker sayısın da yeterli olmadığı da açıktır. Daha büyük bir orduya önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ihtiyacı olduğu kesindir. İşte, bütün bu gelişmelerin hemen kıyısında bulunan coğrafi olarak ve bu gelişmelerden en fazla etkilenen Hatay, bir yandan IŞİD’in eylem arayışlarının bir yandan da hilafet eylemcilerinin altyapı oluşturmaya çalıştığı bir şehrimiz. Örgütler ve arkasındakiler, Hatay’ın demografik depremle bozulan dokusunu istismar etme peşindeler.
Böyle bir ortamda Hatay’ın, İskenderun’un, Reyhanlı’nı Samandağ’ın, Kırıkhan’ın ve bütün ilçelerin güçlü, dirayetli belediye başkanlara, liderlere yerel liderlere ihtiyacı vardır. Bunun çok büyük bir öneminin olduğunu düşünüyoruz. İçinden geçtiğimiz dönemde, İskenderun belediye başkanının Hatay Büyükşehir Belediye başkanının, Reyhanlı’nın, Kırıkhan’ın belediye başkanının Hassa’nın belediye başkanının, Altınözü’nün belediye başkanını tek işi yolları temiz tutmak, çöpleri kaldırmak değildir ve olamaz. Şehrinin, ilçesinin doğal lideri, birleştirici lideri ve savunucusu olmak zorundadır. Bu sadece Valinin ve Kaymakamın işi değildir.
1990’lı yıllarda terörün yükseldiği bir dönemde ve İskenderun’un da hedef aldığı bir dönemde mesela İskenderun belediye başkanı yapmış 15 sene Mete Aslan Bey böyle bir işlev üstlenmişti. Bir belediye başkanı olmanın ötesinde bir liderlik, İskenderun’un liderliğini yapmıştır. Şimdi, siyasetin kenarında izliyor ancak hem Hatay’ın hem İskenderun’un hem diğer ilçelerin böyle bir liderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Hatay böyle bir dönemden geçiyor. Bizde Zafer Partisi olarak Hatay’da ve Hatay’ın diğer ilçelerinde, sadece çöpleri toplayacak yolları temizleyecek, altyapı çalışmalarını gerçekleştirecek bir anlayışla değil, topluma liderlik edecek ve toplumun haklarını savunacak adaylarla belediye seçimlerine gireceğiz.