“Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı seçimlerimiz?” Charles

Bukowski

Nedensellik üzerinden hareketle “az kötü” olmanın muktedirliği kutsanarak tercihlerimiz şekillendirilmek isteniyor. Aslında kötüyle, daha kötü arasına sıkıştırılan kişiliğimiz, onurumuz, değerlerimizdir. Belki de bunlardan hangisinden ne kadar taviz verebileceğimizin sınırını belirlememiz isteniyor.

 

Nasıl bir kişi olmamızla birlikte nasıl bir hayat istediğimizin de yaptığımız seçimlerle doğrudan bir ilişkisi vardır. Bazen önümüze geleceğimize dair çeşitli fırsatlar sunulur. Bunlar gelip geçici süreçler olsa da bize ya çok şey kazandırır ya da kaybettirir. Öğrendiklerimizden, yaşanmışlıklarımızdan hareketle, farkında olmasak da seçimlerimiz, onu önemsediğimiz oranda hayatımıza değer katmaktadır. 

Farkındalık aynı zamanda uyanmaktır. Bizi, en iyisini hak ettiğimizi düşünmekten alıkoyan şeyleri düşünmekle beraber sebep/sonuç ilişkisini de kurmak zorundayız. George Orwell: Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder, derken yalan yanlış propagandalar neticesinde toplumsal algı tek bir yöne kanalize edilerek etik/ahlak anlayışı devre dışı bırakılıyor. Bu durumun sistematik halde devlete ait kurum ve kuruluşlar aracılığıyla yapılması halk nezdinde doğru olduğu algısını pekiştirmektedir.

Farklı olmak, farklı düşünmek toplum baskısıyla birlikte korku ikliminin de etkisiyle baskılanmaktadır. Sonrası için bireyler, mevcut kazanımları ölçeğinde kar zarar muhasebesi yaparak değerlendirmelerde bulunmaktadır.  Bireyin seçim süreçleri dışında inandığı, prensip haline getirdiği, çocuklarına öğrettiği nice ahlaki değerin seçim zamanında görmezden gelmesi gayrı ahlaki bir tutum olarak görülebilir.  Seçimler kısa vadede kazanılacak ve kaybedilecek unsurlar gözetilerek yapıldığı sürece sağlıklı, uzun vadeli bir gelecek planlaması yapabilmek de mümkün olmayacaktır.

Seçimlerimizi yaparken temel ahlaki ilkelerimizi de gözeterek ülkenin yapılanmasında orta ve uzun vadedeki gelişimini hangi oranda olması gerektiğinin hesabını yapmak da önemlidir. Hiçbir zaman, hiçbir dönemde devlet ve devlet geleneği şahıslarla baki değildir, olmamalıdır da…  Bilinçli, planlı atılan her adım tercihlerimizi daha sağlam ve tutarlı kılacaktır. Önemli olan geri dönüşü olmayacak durumlarda hata yapma olasılığını en aza indirgemektir. Günün sonunda bireysel olarak bizim; kurumsal anlamda da devletin, bağımsız bir şekilde, seçtiklerimizden yaptığı iş ve işlemler üzerinden hesap sorabileceği bir sistemin varlığını sorgulamalıyız. Var mı, yok mu, olmalı mı?

Bazı seçimlerimizde, istemesek de toplumun geneline dayatılmış şartlar belirleyici olmaktadır. Dayatmalar karşısında kimi bireyler vardır ki kararlılıkları neticesinde toplumsal mücadeleyi tetiklemiştir. Tarih, bugün kahraman diye atfedilen bu türden nice insanlarla doludur. Bunlar hiçbir zaman cehaletin, baskının, işkencenin, zulmün, paranın, çıkar odaklarının, karanlık güçlerin gölgesinde kalmamışlardır.

Her birey kendini kahraman atfetmediği sürece gölgede kalmaya mahkûmdur. Aksi durumda her daim bir kurtarıcı, bir süper kahraman gözlemekle hayatını sürdürecektir. Acziyet yani zayıflık, bireyden çıkıp toplumsal acziyete dönüşmüşse Süpermen’in dahi yapacağı bir şey kalmamış demektir. Böyle bir durumda küresel güçler ve yerli yardakçıları için yetenekli bir çoban bulmak/yetiştirmek hiç de zor değildir. Bugün Ortadoğu coğrafyasındaki lider profili ve yönetimleri gözümüzün önüne getirdiğimizde devlet ve toplum ilişkisinin nasıl yürütüldüğünü görebiliriz.

Bize yakın olması itibariyle Orta Doğu ikliminde baskı rejimleri ve tek adam iktidarları çatışma iklimi üzerinden iktidarını korumaktadır.  Uluslararası bağlamda ülkelerinde tutunamayan mültecilerin nerelerden kaçıp da nerelere gitmek istediğini anlamak hiç de zor değildir. Dünya üzerinde demokratik rejimler ve toplumlar her zaman çekim merkezi olmuştur.

Özellikle bilim, sanat ve edebiyat alanında kendini yetişmiş insanlar, daima bir arayış içinde olmuştur. Bunlar, duygu, düşünce ve fikir bağlamında kendilerine rahat ve konforlu bir ortam sunan ülkelere yönelmektedirler. Bu durumu görmekle, görmek istememek arasında derin bir uçurum vardır. Burada Şark kurnazlığı yapmanın bir anlamı ve karşılığı yoktur. Her ne kadar geri kalmış toplum ve devletler, onlar tarafından kıskanıldığını söylese de bunun gelişmiş ülkeler için komedi unsuru olarak kullanılıp sanat değeri kazanmaktan öte hiçbir karşılığı yoktur.

Biliyoruz ki demokrasiden uzaklaşıldıkça, baskı, zulüm, rant ve şatafat artacaktır. Halk ile liderler, seçkinler ve yandaşlar arasındaki refah seviyesi arasında uçurumlar olacaktır. Süreçte sonunda sorumluluk üstlenen yetkililerin ve çekirdek sülalesinin hat safhada kalkındığı gözlerden kaçmayacaktır. Bu durum onları bu noktaya taşıyanlar tarafından kimi zaman alkışlanarak övünç haline gelmektedir. Çoğu asgari ücretli, işsiz, emekli, çiftçi olan ve kalbur altı oy profili olarak görünen bu vatandaşlarımızın refah seviyesi ise ekmek kuyruklarında, üç kuruşla ay sonunu nasıl getirebilirim, denklemi içerisinde çalkalanmaktadır.  

Sorumlu atfettiğimiz insanları seçerken de annelerimizin pazarda iyi domates için verdiği mücadeleyi vermek gerekiyor. Herkesin kendi bacağından asılıp kendi yağıyla kavrulması toplum düzeni içerisinde imkânsızdır. Orman içinde bir ağacın tutuşması ormanı yok etmeye yetecektir. Toplumun bir parçası olarak bireysel düşünmenin yanında doğru, bilimsel, nitelikli bir şekilde toplumsal gelişime de katkı sunacak mücadele içinde olmak kaçınılmazdır. Bu yüzden ülkenin refahını etkileyecek seçme ve seçilme hassasiyeti de kuyumcu titizliğinde olmalıdır.