Bazı kısa öyküler vardır, bizi dürtüp de irkilmemizi sağlayan cinsten. Okuyacağınız hikâyeciğin de günümüzdeki insan profilini bir nebze olsun yansıttığını düşünüyorum.
“Büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış, kendi yolunu çizmek üzere ustadan ayrılmak istemiş. Ressam öğrencisine son bir dersi daha olduğunu söyleyip yaptığı bir resmi şehrin en kalabalık meydanına asmasını söylemiş. Yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını, halktan da beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını söyleyen bir yazı astırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Tabloya bakmaya giden genç ressam, resmin neredeyse tamamının çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasına koşmuş.
Usta yeni bir resmi şehrin en kalabalık meydanına tekrar bırakmasını istemiş. Bu defa yanına çeşitli renklerde boyayla fırçalar koymasını, bir de insanlardan beğenmedikleri yerleri fırçayla düzeltmesini söyleyen bir yazı astırmış. Öğrenci birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç kimse dokunmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş:
-İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız olabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi.”
Bir olayı veya olguyu doğru değerlendirebilmek bilgi ve tecrübe kullanılarak yapılır. Aksi durumlarda hikâyedeki durumlarla sıkça karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır. Önemli bir husus da vereceğimiz her türlü kararda neyin, ne oranda etkisi olacağının hesabını yapabilmektir. Buradan hareketle doğru bir ölçme ve değerlendirme için merkeze almamız gereken temel ilkelerin adını koymamız şarttır.
İnsan bilgisi, tecrübeleri ve ilkeleri doğrultusunda birtakım değerlendirmelerde bulunduğu varsayılır. Önemli nokta ise asıl bunların ne oranda kapsayıcı, adil ve adaletli olduğudur. Bilimin yanında kapsayıcı evrensel değerlerden uzaklaşıldığı sürece objektif bir ölçme ve değerlendirme de söz konusu olmayacağı düşünülebilir. Bu çerçevede nasıl ki akli melekelerinin yerinde olmadığı düşünülen bireylerin değerlendirmeleri dikkate alınmıyorsa yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadığı düşünülen bireyler için de belirlenmiş alanlarda bu yol izlenebilir. Bireylerin hâkim olmadığı alanlarda hüküm vermesinin veya tercihte bulunarak tüm toplumu etkileyecek kararlarda yetkili olabilmesi ne oranda doğrudur.
Gündelik hayatımızda "doğru tercih" sözcüklerini duyduğumuzda aklımıza hemen çocuklarımıza, öğrencilerimize gece gündüz bıkıp usanmadan anlattığımız; ekmekten, sudan ayırt etmediğimiz iyi bir lise, iyi bir üniversite geliyor. Doğru seçimler için doğru çalışma yapma uğruna nice paralar aktardığımız, kurslara gönderdiğimiz, özel dersler aldırdığımız, uykusuz geceler geçirdiğimiz şeylerin hepsi iyi bir geleceği olsun diyedir.
Doğru tercihler için doğru adımlar atmayı, işimize geldiği oranda nasıl da kazıyoruz beynimize. Verdiğimiz tüm emekler gözümüzün önünden film şeridi gibi geçiveriyor. Bu hassasiyeti, duyarlılığı sadece kendi hayatımıza ve çocuğumuza özel olarak gösterdiğimizin farkında mıyız? Bizim dışımızdakiler için de inşallah olur, temennisinden öteye geçmediğimizi söylesem yanılmış olmam sanırım. Her türlü sınavı başarıyla verdikten sonraki aşama ise seçenekler arasında en iyisini belirlemektir. Burada yapılacak hata veya eksik değerlendirme tüm geleceğimizi şekillendirecektir.
Kurtuluşu çekirdek aile ölçeğinde düşündüğümüz sürece toplumsal kalkınma hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. İlkesiz, bilinçsiz, plansız, mutsuz bir toplumda, geleceğe umutlu bakan nesiller de yetiştirilemez. Böylece her vatandaş hayatı boyunca eğitim, sağlık, ekonomi ve güvenlik kaygılarıyla hareket etmek zorunda kalacaktır.
İşte yediden yetmişe hayatımızı ilgilendiren tüm alanları göz önüne aldığımızda, ülkemizi temelden etkileyecek kararları alan devlet yöneticileri ve seçimle gelecek politikacılar için de doğru tercihlerde bulunmak çok daha önemlidir. Şahsımız özelinde çocuklarımız için iyi bir lise ve üniversite seçme adına çırpındığımız oranda ülkemizin geleceği için çaba sarf edilseydi çocuklarımızın geleceğine dair kaygılarımız çoktan bitmiş olacaktı.
Özellikle devlet yönetiminde, tüm toplumu etkileyecek kararların alındığı meclislerde ne oranda liyakatin esas alındığı sorgulanabilir. Finans sektöründe uzman birinin Milli Eğitime bakan olması, inşaat mühendisinin Sağlık Bakan Yardımcısı olması, Posta Müdürünün Tenis Federasyonu Başkanı yapılması, bir belediyenin Şehir Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne bir zabıta müdürünün seçilmesi, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) Ulusal Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) Müdür Yardımcılığı’na, Hayvanat Bahçesi Müdürünün seçilmesi, atanması veya tercih edilmesi gibi nice durumların varlığı neyle açıklanabilir?
Yanılgılarımızla gurur duyma anlayışını nereye koyacağımızı şaşırdığımız nice anlar olmuştur. Hani bazı durumlar vardır; kelimeler kifayetsiz kalır dediğimiz türden. Bu durumlar karşısında da üç nokta koymaktan başka bir yol bulamıyorum. Kişi bilmediğinden, cahilliğinden, okumadığından, açlığından, hastalığından, işsizliğinden, fakirliğinden, ezildiğinden, soyulduğundan, sövüldüğünden gurur duyarcasına mutluluk naraları atarak kendilerini bu hale getirenleri hunharca alkışlayabiliyor. Doğru bilgi asla yanıltmaz; temel sorun, bildiğimizin yanlış veya eksik olduğunu düşünmüyor olmamızdır.
Objektif olmayı merkeze almak yeterli midir? Peki, bilgi ve tecrübeyle beslenmeyen bireylerin tarafsız olması, doğru değerlendirmeler yapması, mantıklı olması kadar tutarlı olması mümkün müdür? Belki de hangi konuda seçim yapılacaksa önce o alanla ilgili temel esasların belirlenmesinde fayda vardır. Çünkü verilecek hizmetin niteliği tüm kesimler için memnun edici olmalıdır. Birey olarak bilinçli veya bilinçsizce yapılan yanlış ve eksik değerlendirmeler neticesinde yaptığımız tercihler belki bizi belki de bizim dışımızda nicelerini etkileyecek boyutlara ulaşacaktır. Maalesef temel sorunlarımızın başında da bunun sorumluluğunu üzerimizde tam olarak hissetmiyor olmamızdır. Bir köşeye çekilip olan bitenleri izleyip serzenişlerde bulunmayı daha çok seviyoruz.
Yaptığımız her tercihin gündelik hayata yansımasıyla geleceğimiz şekillenmektedir. Bu işimiz, eşimiz, okulumuz, ideolojimiz, inancımız, partimiz, sendikamız, umutlarımız, hayallerimiz, çocuklarımıza dair hemen her şey bugünkü tutumlarımızı inşa eden fikir dünyamızdan çıkmaktadır.
İşte ölçme ve değerlendirme becerisi başkalarının ne dediğinden ziyade senin neyi ne kadar düşünüp de değerlendirebildiğinle alakalıdır. Aksi durumda başkalarının aklını, fikrini, ruhunu, duygularını beyninde taşıyan “fikir hamalından” başka bir şey değilsindir.
MESUT AKÇA