Demokrasinin olmazsa olmazı seçimdir. Belki sandıktan sandığa hatırlandığımız doğrudur. Hatta seçim dönemlerinde bize şirin görünmek isteyenlerin sayısında artış olduğu da bir gerçektir. Bir diğer seçime kadar yüzünü göremeyeceğimiz insanlar için yıllar yılı bir birimizi kırdığımız, üzdüğümüz, hatta dövdüğümüz/dövüldüğümüz de bir gerçektir.

Ama gerçek olan bir şey daha var; halk, sandıkta son sözünü söylemektedir.
Bir süredir bu olmuyor.
Olmaması için de sanki bütün muhalefet el birliği, söz birliği etmişçesine ortaya oyun kuruyor, kurdukları oyunda boğuluyorlar.
Oysa seçim, halkın elindeki en büyük silahtır.
Bunu doğru kullandığı takdirde, iktidara ve muhalefete en büyük dersi veya ödülü verebilecektir.
Seçim dönemlerinde “boş vaatler” karın doyurmuyor ama halk, istediklerini de açıkça ortaya koyabiliyor.
Yine bir yerel seçim öncesindeyiz…
Geçen seçim, önceki seçim, daha önceki seçim gibi, bu seçimde de halk, iktidarı “yüzde yüz” beğendiği için oy vermeyecek; iktidara karşı kurulan komploya tepki olsun diye sandığa koşacak.
Ya da tam tersini yapanlar olacak, “iktidar gitsin” diye verilen mücadeleye inananlar, sahnelenen oyun tutsun diye destek olacak.
Oysa 11 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin doğrularıyla yanlışlarının sağlıklı değerlendirilmesi lazım.
Vatandaş, cebine bakarak ekonominin ne hallerde olduğunu görmesi lazım…
Oy sonunda iki yakasını nasıl bir araya getirdiğini özgürce söyleyebilmesi lazım.
Sağlıkta, eğitimde veya hayatın diğer alanlarında dünle bugünün objektif bir değerlendirmesini yapması lazım…
Devletin ceberut suratının sevgiyle dolup dolmadığına bakması lazım…
İnsanların dün mü daha özgür olduğunu, bugün mü daha özgür olduğunu kendi yaşamından örnekler vererek ortaya koyması lazım.
30 yıldır akan kanın durup durmadığını kontrol etmesi, “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganlarının terörü bitirip bitirmediğini ölçüp, tartması lazım.
Her gün gelen şehit haberleriyle yüreği dağlanan, feryatları arşı inleten anaların, babaların, evlatların olup olmadığına bakması lazım…
Dün “düşünmeye dahi korktuklarımızın” bugün daha iyisini isteyip, istemediğimizi kendi kendimize sormamız lazım.
Kafası bozulanın darbe yaptığı, muhtıra verdiği, balans ayarı yaptığı, hizaya soktuğu bir ülkeden, her gün daha fazla demokrasi talebinin yerleşmesini anlamak lazım…
İnsanlar sağlıklı bir değerlendirme yapabilmeli.
Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan duble yollar, köprüler, havalimanları, üniversiteler, eğitim kurumları, sağlık tesisleri gibi yatırımların yeterli mi, yetersiz mi olduğunu konuşmaları, tartışmaları lazım.
Çalışanların maaşını ödemek için IMF’nin kapısında nöbet tutan, Amerika başkanının önünde el pençe divan duran, “höt” dediğinde yerine oturan, Dünya Bankasından bakan ihraç eden, depremde vatandaşına sığınacak yuva kuramayan, üstüne geçici vergi koyup, kalıcı hale getiren, deprem yardımlarını iç eden ülkeden nerelere geldiğimizi sağlıklı şekilde değerlendirmek lazım.
Faili meçhulleri düşünmek lazım…
Ülkenin yetiştirdiği insanların bir suikasta kurban gittiği ve asla failinin bulunmadığı günlerle bu günleri kıyas edecek zaman lazım…
Ali Kalkancıları, Fadime Şahinleri, Müslüm Gündüzleri düşünüp, “amacı için her yolu mubah görenlerin” her devirde nasıl bir oyun ortaya koyabildiklerini hesaplamak lazım…
Tanırım, iyi çocuktur” diyenlerden, “bizimkiler darbe yaptı” diyenlere kadar, kimin elinin kimin cebinde, kimin tetiğinde, kimin parmağı olduğunu iyice görmek lazım…
İnsan Hakkı” diye laf edenin “terörist” diye anıldığı günlerden bu yana değişenlerin neler olduğunu görüp, hangi hakları kurtardığımızı, daha hangilerinin alınması gerektiğini iyice analiz etmek lazım…
Sırf kıyafeti nedeniyle hayatı zindan edilen kızlarımızın, annelerimizin, bacılarımızın şu andaki kariyer hayallerini iyice incelemek lazım…
Sonra haksız yere işinden olan, “benden değilsin” diye kapı önüne konan, “Allah” dediği için “hain” bilinen, her adımı kontrol edilen, her faaliyeti not edilen günlerden bu yana değişenlerin ve bu görevi yeniden almak isteyenlerin asıl niyetini tartışmak lazım…
Çok şey lazım aslında…
Ama bırakmıyorlar.
Kene gibi yakamıza yapışmışlar.
Her seçim öncesi, iktidarı yıpratma adına bütün tartışmaları bir yana iterek, yeniden vesayet günlerine dönmememiz için kenetlenmemizi sağlıyorlar.
Oyun kuranların oyunu hep ters tepiyor, bu doğru ama bizler de sağlıklı bir tartışma ortamından mahrum kalıyoruz.
Yerel seçimlerde bir belediye başkanından ne isteyeceğimizi, kentimizi nasıl görmek istediğimizi, yaşam alanlarımıza nelerin eklenebileceğini, hayatımızı nasıl güzelleştirebileceklerini, bürokrasiyi nasıl yok edip, daha kolay bilgiye ulaşacağımızı söyleyemiyoruz.
Buna ne zaman kalıyor, ne imkân…
Genel seçimlerde sivilleşmeden, anayasanın tümden değişmesinden, haklarımızdan, ücretlerimizden, sağlık ve eğitim gibi temel haklarımızın daha iyi, daha kaliteli ve daha ucuz alabilmemiz için yapılması gerekenlerden bahsedemiyoruz.
Çünkü yeni bir vesayetçi, iktidarı değiştirmeyi planlıyor…
Hükümeti, halkın değiştirmeyeceğine inanan her karanlık odak, her seçim öncesi sandık dışından yapılacak müdahaleyle değiştirmeye çalışıyor.
Ne o amacına ulaşıyor, ne biz.
Allah aşkına düşün yakamızdan da, kararımızı özgürce, adaya, kadroya ve partilere bakarak verelim; sizin iğrenç emellerinizin hayat bulmaması için değil…
 
Tweetimden Seçmeler
Tüsiad, her dönem “demokrasiden yanaymış” gibi görünmek için kıvranıp duruyor. Rezil olmayın, “vesayetçilerle kol kolayız” deyin, rahatlayın.