Behlül Dânâ, bir gün kardeşi Halife Harun Reşid’den bir görev istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetim sorumluluğu) teklif etti. Bunu kabul eden Behlül hemen işe başladı ve ilk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı, fakat hepsi normal gramajından eksik çıktı. Bunun üzerine Behlül Dânâ fırıncıya sordu:

Hayatından memnun musun; geçinebiliyor musun, çoluk çocuğun, aile huzurun iyi mi?” Ancak fırıncı bütün sorulara olumsuz cevaplar verdi. Memnun olduğu hiçbir şey yoktu.

Behlül bir şey demeden oradan ayrıldı ve bir başka fırına gitti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler olması gerekenden daha ağır geliyor. Behlül, aynı soruları bu fırının sahibine de sordu, ama bu sefer her soruya olumlu cevap aldı.

Behlül Dânâ, oradan da ayrılıp doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Bu işe meraklanan Harun Reşid, “Behlül az önce bir vazife almıştın, ne çabuk bıktın?” dedi.

Behlül Dânâ ise sebebini şöyle açıkladı:

Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, işleri değerlendirmiş, herkes de hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış. Sahtekâr sürünüyor, dürüst adam yürüyor.

Bilenler için dürüstlük büyük bir sermaye, herkes sever dürüstlüğü ama yapmak, dürüst olmak zordur.

Burada dürüstlük üzerine fazla yorum yapmak istemiyorum.

Eminim bu konuda herkesin söyleyeceği çok şey vardır.

Söze gelince tabiri caizse mangalda kül bırakmayız. Ama iş dürüst olmaya gelince durum değişiyor diyeceğim ama hiçbirimiz de dürüst olmamayı üzerimize kondurmayız. Yani dürüst olmayan birisi arandığında hep başka yerlerde ararız.

Öyle diyelim. Herkes, hepimiz dürüstüz, bunun doğru olmasını inanın çok isterim.

O zaman bunca alavere dalavere, bunca dek dubara, bunca düzenbazlık ve sahtekarlık neyin nesi?

Kim bunlar?

Neyse.

Eminim hepimiz bu soruların cevaplarını da biliyoruz.

Biliyoruz belki ama yine de tekrar edeyim.

Çarşı pazarın ağası var, unutmayalım.

Vakti geldiğinde hesabı görür.

İmhal eder ama ihmal etmez.