Ruhumuzu okşayan iki kelimelik sihirli bir cümle dilden dile dolaşıp duruyor; Huzur Kentiyiz!
Hatta barışın kentiyiz, demokratik açılıma da, çözüm sürecine de, kardeşçe, bir arada yaşamanın tüm çetrefilli sorunlarına çare olacak merhem bizdedir…
Ne hoş kelimeleri artarda dizmişler.
Ne güzel avutmuş durmuşlar yıllar yılı!
Bir kent için söylenebilecek ne güzel cümleler bunlar.
Avunun.. avunun… avunun durun!
Nereye kadar gidecekseniz?
“Huzur Kenti” olduğumuzu söyleyenler, ellerini vicdanlarına koyduklarında ne kadar rahat edebiliyorlar, doğrusu bilemiyorum.
Hatta “Huzur Kentiyiz” diyenler, “koyunsunuz be koyunsunuz!” diye içlerinden haykırıyorlar mı, onu da çok merak ediyorum.
Huzurluysak eğer, ya çok rahatız, ya çok ekonomisi düzgün bir kentte yaşıyoruz, ya yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda…
Ama değil.
Hiçbir şeyimiz yok!
Bu nasıl huzur?
Yatırım yok, yol yok, su yok, iş yok, para yok, yok ha yok!
Ve biz huzurlu bir kentiz!
Siz şuna “koyun” deyin, “kuzu” deyin ama “huzur” demeyin.
Batsın huzurunuz!
Eğer sizin huzurunuz bir köprüyü yapamıyorsa,
İnsanları ırgatlıktan kurtaramıyorsa,
Her gün trafik kazalarında insanları toprağa gömüyorsanız, köprü altına serpiştirip, asfalta diziyorsanız,
Batsın sizin huzurunuz…
Barışınız size kazanç olarak dönmüyorsa…
Bu kente bir otogar yapamıyorsa,
Kültür merkezini inşaya yetmiyorsa,
Kendi ürettiğin tütünü polise-jandarmaya kaptırmaya neden oluyorsa,
Her gün kentin bir tarafında intihar edenler duyuluyorsa,
Tacizci, tefeci, kan emici insanlar cirit atıyorsa,
Batsın sizin barışınız!
Öyle huzurlusunuz ki, yaz sıcağı kavurmaya başladığında, ırgatlardan gelecek acılarla dağlanmaya da hazırlanırsınız…
Ya gelirken ölürler, ya giderken…
Ama hep ölürler…
İstiflenirler bir araca, kapasitesinin çok üstünde…
Ucuz olsun, üç kuruş yevmiye heba olmasın derler…
Çakal Köprüsüne gelirler…
Savrulur çiçekler dört bir yana…
Sayamazsınız…
Bir değil, iki değil, üç değil…
Onlar bizim kadınlarımız, annelerimiz, eşlerimiz, bacılarımız…
Gelinlikleri hazır yârimiz…
Babamız, oğlumuz, kardeşimiz…
Sağa sola savrulurlar, huzurlu olduklarından…
Çok barışmışlardır kendileriyle, nereye kadar gittiklerinin önemi yoktur.
Ve biz ağlarız…
Yanarız, feryat figan ederiz.
Dizimizi döver, yüreğimizi parçalarız.
Birkaç gün sonra unuturuz.
Yapılmayanlar, aynen öyle kalır.
Çakal, bütün çakallığını yapmaya hazırdır.
Yollar trafik canavarına dönüşmüştür.
Çukurlarda dans ederek gidersiniz, ayarsız ışıklardan seçersiniz, seçebildiğinizi.
Milletvekilinize bakarsınız, validen medet umarsınız, belediye başkanından çare beklersiniz…
Bürokratların vicdanına, sivil toplum örgütlerinin sesinizi uzaklara ulaştıracağına güvenirsiniz…
Güveniniz boşa çıkmaz…
Taziyeye gelirler…
Geçmiş olsun dileğinde bulunurlar…
Ve giderler…
Her zaman gittikleri gibi…
Ve siz her seçim döneminde “aynı isimlerin ısıtılıp, ısıtılıp önünüze getirilmesine” bile ses etmez, destek verirsiniz!
Bu kentte “çalışmayan” ödüllendirilir, çalışanlar cezaya çarptırırlar.
Ya bir daha seçilmez, ya haritada yer beğenir, ya ondandır, ya bundan diye.
Ben ne diyorum yahu!
Hiç kimse huzurumuzu bozamaz!
“Biz huzurlu bir kentiz”, deyip eleştirileri bile engellerler…
Siyasiler konuşmaz, STK’lar köşesine çekilir, basın susar, dili olanlar lal olur.
Hiç kimse bizim huzurumuzu bozamaz…
Tıpkı bu yazının huzur bozmaya dönük olduğu gibi…
O zaman batsın sizin huzurunuz da, barışınız da…
Belki o zaman akıllanırsınız, insanca yaşamak için çok daha başka şeylere ihtiyaç olduğunu…
Twitimden seçmeler
Köprüden çiçekler uçtu. Umutlar suya düştü. Analar gitti, bacılar gitti, yar gitti. Çakallaşan köprü kopardı mis gibi çiçekleri, hiç acımadan.