En fazla tartıştığımız konuların başında “doğrularımız” gelir. Çatışan, çakışan, çekişen ne varsa genelde “doğrular” üzerinden yürütülür hep. Senin doğrun ile benim doğrumdur birbirimize mesafeli, kırılgan ve kızgın olmamıza sebep.
Bazen ters düşer doğrularımız. Bazen yan yana gelse de dik dik bakışırlar. Bazen de kılıçları çekmiş vaziyette hamle yapmaya hazırdırlar. Bir ve beraber oldukları, uyuşup anlaştıkları pek nadirdir.
Memleket kalkınsın isteriz; çatışırız, hizmet isteriz; çakışırız, takım tutarız, parti, dernek veya cemaate mensup oluruz; çekişiriz. Seçeriz ya da seçiliriz; çatışırız. İdeal deriz, kalite deriz, hoşgörü ve erdemden bahsederiz çakışırız. Bir yandan farklılıkları zenginlik görür diğer yandan bu zenginliği çekişmeye neden görürüz.
Allah rızası deriz, aynı Allah’a iman eder, aynı dine inanır, namazda aynı safta yer alırız ama hep çekişir ve çakışırız.
Öyle bir an gelir ki, kendi doğrularımız, kendimize uydurduğumuz doğrular dinimiz olmuştur farkına varmayız.
Aynı ilkeleri, aynı değerleri kullanır “sen-ben”, “seninki- benimki”, “benden-senden” ayrışmasını her daim yaşar ve yaşatırız. Hepsini de “doğru” adına yaparız.
Doğrularda birleşmek, buluşmak yerine doğrularda ayrışmanın yollarını bulur uygularız.
Aslında sorun “doğru” dediğimiz şeylerde değildir. “Doğrunun beslendiği kaynaklar da sağlamdır eminim. Zira ahlaki ve dini değerlerdir, doğrularımızın beslendiği kaynaklar.
Bir çok şeyde olduğu gibi bunda da yüklediğimiz anlamlara bakmak lazım doğrusu. “Doğru” dendiğinde kastedilen ve hedeflenen nedir?
Örneklendirelim; Bir yere birisi seçilecek veya birisi atanacak.
Önce oraya uygun ve layık özelliklere sahip kişiler mi akla gelir, yoksa oraya uygun ve layık özellikleri kendimize mi uydurmaya çalışırız?
İdeal olan, kaliteli ve layık olan olsun diye mi çaba gösteririz, yoksa illa “ben” olayım veya “benden” olsun diye alavere, dalavere, katakülle, ayak oyunları mı sergileriz?
Hangi cevabı verirseniz verin, eminim her iki tarafta bunu yaparken “doğru” adına yapıyordur. Doğruyu bulmak, en iyiye ulaşmak, kalite ve liyakati bulmak için mücadele veriyordur.
O zaman sorun nerede?
“Doğru” denen şeyde mi, “doğru”nun beslendiği kaynakta mı, yoksa “doğru” kavramına yüklenen anlamda mı?
Cevap vermeden önce isterseniz Hz. Ali’nin şu sözüne kulak verelim:
“Doğruyu insanların ölçüsü ile değil, insanları doğrunun ölçüsü ile tanımak gerekir”