Siyasi kamplaşmanın birçok zararı olduğuna kuşku yok ama kanımca en büyük zararı, dürüst yanımız görüyor ve biz farkına varmadan dürüstlüğü kaybediyoruz.

Hangi siyasi partiye gönül verirse versin, hangi siyasi partide görev alırsa alsın, hangi akımın arkasından giderse gitsin, hangi oluşumun içinde olursa olsun, insanlar durdukları yerin en iyi olduğunu göstermek, haklılıklarını ispat etmek ve karşısında bulunan muhataplarını haksız göstermek için akla hayale gelmedik dümen çevirmeye başladı.

Belki de herkes dürüstlüğü tekeline almış, besleyip, büyütüyor ama bunun farkında değiliz.

Gözümüzün önünde olan olayı çarpıtanlara karşın, herkesin gözünün önünde olan olayı çarpıtmaya başladık.

Önce hatalarımızı görmeden, haklı yanlarımızı ölümüne savunuyorduk, sonra hatalarımızı da ölümüne savunmaya başladık.

Cinayeti savunan, katliamları haklı gösteren, namussuzluğu namusluluk anlayan, ahlaksızlığa prim veren, edebi çiğnerken, ahlaki nutuklar atan hale geldik.

Önüne yatan, altına yatan, yanına yatan, arkasına yatan ama hep yatan, hep yatırılan iğrençlikleri savunur olduk.

Bir başka partinin seçmenini çalmaktan da öte, bir başka partinin yönetimini belirlemeye çalıştık.

Yalan haberler, yanlış yorumlar, incir çekirdeğini doldurmayan konuları abartmalar artık sıradan olmaya başladı.

Güzel şeyler yaşarken, düzeliği görmediğimizi söyleyebiliyoruz.

Kötülüğe muhatap olurken, kötülüğün olmadığını iddia edebiliyoruz, hem de yeminle, şartla…

Yolsuzluğu eleştirirken, yolsuzluğumuzu görmüyor, rüşvet verirken, rüşvet alanı suçluyoruz.

Siyasi görüş veya bir fikri savunma yerine, siyasetçilerin hatalarını savunmaya geçiyoruz, gaflarına gülüp geçme yerine, gaflarının bir yaşam şekli olduğuna karşımızdakini inandırmaya çalışıyoruz.

İsrafa karşı çıkarken, israfı savunmak, yoksulluğu eleştirirken, insanların yoksul kalmasını istemek gibi akla hayale gelmedik ikilemleri bir yaşam şekli haline dönüştürmeye başladık.

Kendi ülkesine, kendi milletine ihanet ederken, “milliyetçi” olan, ırkçılık yaparken, başkasını faşistlikle suçlayan hale büründük.

Darbecilerle el ele, kol kola gezerken, darbelere karşı çıktık, demokrat kesildik, demokrasi havariliğine soyunduk.

Sandık dışında aradığımız her yolu, sandık içinde aranan yol görmeye başladık.

Terör örgütlerini savunurken, barış nutukları attık.

Patlayan her bombaya sevinen bir kesim oldu.

Etleri dağılan insanların üzerinden siyaset yapanlara rastladık.

Daha ne zaman başka bir olay olacağının, daha ne zaman iktidar zor durumda kalacağın hesabını yapanlar oldu.

Bombaların canlanması için servetini ortaya koyanlar, insanların daha çok ölmesini sağlamak için her türlü bilgiyi paylaşanlar ve sonrada sosyal medyada, gazetelerde, televizyonlarda, mecliste, kürsüde, köşede, bucakta insanlık dersi verenler yerden bitmeye başladı.

Beddualar edildi, duaların yerine…

Müslümanlar kandırıldı, Müslümanlıkla…

Sağcısı yalan söyledi, solcusu yalan söyledi, ortada kalanı yalan söyledi ve en kötüsü Müslüman olduğunu söyleyenler de yalan söyledi.

Yalanlarla, gerçek bir dünya kurulacağına herkesi inandırmaya çalıştık, kendimiz bile inanmazken.

Dürüstlüğümüze bir şeyler olmuştu, birer birer kaybettiğimiz hasletlerimize ekliyorduk, kalan son kırıntılarla dürüstlüğü kaybediyorduk; bir kavram, bir güzel haslet, bir değer olarak…

Yalanın, riyanın, iftiranın, ahlaksızlığın, her türlü kara çalmanın mubah bilindiği ve bunun ölümüne savunulduğu yalan bir hayat kuruyorduk kendimize…

İnandığı gibi yaşayan kalmayınca, herkes yaşadığı gibi inanmaya başlıyordu.

“Durun!” diye bir ses yükselse gaiplerden, bunu bile siyasi kazanca dönüştürmek isteyen olacak ve çağrıya kulak veren bulunmayacaktı.

Kaybedilen dürüstlük olunca, hiçbir şeyin “doğru” olması da beklenmezdi.

İşin en kötü yanı, herkesin doğrusu, bir başkasının yanlışıydı ve hiç kimsenin gördüğü bir doğru yok, yanlışı ise çoktu.

Herkesin bir birini beğenmediği ve herkesin sadece kendisini, kendi gibi olanları beğendiği acayip bir toplum olma yolunda çöküşe doğru gidiyorduk, haberlice, haykırarak, bağırarak, çağırarak…

Ama sanki hiç kimsenin haberi yokmuş, kokuşmuşluk, çürümüşlük zirve yapmıyormuş gibi “habersiz” kalmayı sürdürmeye niyetliyiz, kesin niyetliyiz…

Elbette insanlar çok şey kaybeder, çok şeyi geri kazanır ama eğer siz dürüstlüğü kaybetmişseniz, doğru ile yanlışın ayrımını da kaybetmişsiniz demektir.

Dürüstlüğü kaybetmişseniz;

Güzellikle çirkinliğin de farkına varmayacak,

İyi ile kötüyü de ayıramayacaksınız

Ve siz artık haklı ile haksızı da tanımayacak,

Olmanız gereken yerde değil, hep olmamanız gereken yerde, hep olmamanız gereken bir fikrin savunuculuğunu yapmaya devam edeceksiniz, nereye kadar?

 

Tweetimden Seçmeler

Elbette yazar olmanın bir kuralı yok ama edebi vardı. Sosyal medya çıktıktan sonra klavyenin başına geçip, sağa sola her çatan yazar oldu.