Sevdiklerinden ayrılmanın, her gün hasretlik ve özlem çekmenin sebebi olan tek şey!
Gurbet...
Gurbetlik...
Doğduğu, büyüdüğü, köy, şehirden uzaklaşarak bin bir türlü sebeple uzaklarda yaşayan Anadolu insanı.
Memleketinden, ata yurdu topraklarından, çocukluk anılarıyla büyüdüğü, acısıyla, tatlısıyla yaşadığı yerlerden koparak ülke toprakları dışında hayat kavgasına tutuşan memleket insanı.
Nihayetinde bir gün, bir vesile ile elinde olmayan çeşitli nedenlerle bu güzellikleri ve memleketine olan sevgi, özlem, hasret duygularını bir tarafa bırakarak ayrılmak...
Tüm bu güzellikleri bir gün arayacağını düşünmeden çekip gitmek zor olsa gerek.
Ardında bıraktıklarının bitmeyen hasreti, istese de artık kaybettiklerini geriye getiremeyeceği duygu ve düşüncesi, gün gelip de ayrılmış olduğu bu güzellikleri yaşamak için geriye dönse bile; yerinde zamanında ve mekânında birebir yaşayamayacağı bir ayrılık gurbet.
Eski samimi insanları, birlik ve beraberlikleri dostlukları, arkadaşlıkları ve o günlerdeki bıraktıklarını bulamayacağı bir olgudur şu gurbetlik.
Beklenmediği, beklemediği bir takım tutarsızlıklar ve eksiklikler karşılar gurbetten sılaya dönenleri veya dönmek isteyenleri.
Gurbette olan için kaçışın mümkün olmadığı, herkesin aşağı yukarı kaderi gibi olmuştur.
Büyüklerimizin dediği gibi; gurbettekinin hasretiyle yanıp tutuşan yavuklusunu bekleyenlerin deyişiyle “kör olası, yok olası gurbet her şeyimizi alıp götürdü bizi bir boşluğun içinde ve neticesinde kimsesiz ve yalnızlığa terk etti.”
Şehir yaşamı hayli kalabalık, lâkin samimî dostluklar pek az. Güven, insanî değerler pek az. Hem olsa bile onlarda ya gösteriş ya riyakârlık kokar, ya sonucunda menfaat, beklenti vardır. Çünkü doğduğun, yaşayıp büyüdüğün yer insanındaki samimî insan sevgisi, tabiatın her mevsim ayrı olan o muhteşem doğal güzellikleri ve insanlara olan güveni yabancı da bulunmaz, bulamazsın.
Aslında gurbet, tüm geleneklerimizden, örf ve âdetlerimizden, büyük aile topluluklarını yok etmiştir.
Modern aileye dönüşülerek, büyüklerimizi, komşularımızı, akrabalarımızı, hemşerilerimizi arayamaz, hal ve hatırı sorulmaz olmuştur.
Bizim dışımızdakiler için zaman ayıramaz olmamıza, neticesinde ise insanı belli başlı bazı vecibelerden, duygulardan yoksun bırakmıştır.
Şehir hayatının karmaşası ve para kazanmak için sürekli geçim derdi ile boğuşan, hırsının ve gözü doymazlığının esiri olmuş insanları yalnızlığa mahkûm etmiştir.
Özgür olmak adına, aslında mahkûm bir yaşama sunulmuştur bizlere.
Anlayacağınız gurbet veya sıla her ikisi bir arada barınmıyor, olmuyor. Kimi zaman birinden vazgeçmek zorunda bırakılıyor insanlar.
Gurbetten vazgeçsen mağdur olmak söz konusu, müreffeh bir hayat yaşamama sıkıntısı söz konusu...
Sıladan vazgeçsen, tamamen yabancılaşmak, her şeyi olduğu terk etmek söz konusu!
Hâsılı ikisi zor.
Hangisinden vazgeçebilir ki insan?...
Çoğu zaman istikbal, kariyer, hırs, aşırı arzu, istek ve talepler gibi doyumsuzluklar diyerek insan kendini kaptırıyor gurbetliğin cazibesine...
Geride bıraktıklarının bir od gibi yüreğinde saklarken, kimi zaman hasretiyle yanıp tutuşurken, hele atalarımızın bizlere emanet ettiği, fakat bizlerin koruyup kollayamadığı o emeklerinin ve güzelliklerinin boşa
çıktığını görünce kendi kendine hayıflanıyor insan.
Bugün hasretini çektiğimiz bu güzelliklerin özlemini ve hasretini çekmek hemen hemen herkese nasip olmaktadır. Kurtuluş yok denecek kadar aşikârdır.
Bu doyumsuzluğumuz sonucunda gözümüzü, hırs, kariyer, mevki, makam, para bürümüş olarak, birkaç metre kefenle yetinmemiz gerektiği halde, her şeyimizi kaybediyor, her şeyden mahrum kalıyoruz.
Her şeyi uğruna kaybettiğimiz Allah vergisi ömrü bile boş yere, boş yerlerde ve boş uğraşlar uğruna heba ediyor, bu ömrün hesap döneminin başlayacağı ebedi hayatımızın ilk durağı, mekânın adresi olan mezarlığa doğru son sürat ilerliyoruz.
Gurbetlik hayallerimize biraz ara vererek, sevdiklerimizle özlemlerimizi ve hasretliklerimizi gidersek nasıl olur acaba?
Yoksa bu gurbetlik denilen canavarın dişlileri arasında, her geçen gün daha da sıkışarak yok olmaya mahkûm olacağız.