“Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız tek şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır” (Aliya İzzetbegoviç)
***
Henüz başına neler geleceğini bilmiyor, koşup oynuyordu. Gözünü açtığı dünyanın ne kadar zalim olduğunu/olacağını bilemezdi. Ne dinini biliyordu, ne ırkını, ne etnik kimliğinin üstüne eklenen artıları ve eksileri…
Onun derdi bir şeker emmekti…
Belki bir dondurma yalamak ve sokağa çıkıp oyun oynamaktı.
Babası, dünyanın en güçlü babasıydı.
Annesi, en iyi anne, en güzel anne, en fedakâr anneydi.
Hangi ülkede yaşadığını da henüz bilmiyordu; hangi kentte, hangi köyde olduğundan habersizdi.
Başka bir ülkede, başka bir ilde, başka bir köyde doğabilirdi.
Benim çocuğum olabilirdi o çocuk, sizin çocuğu, diğerinin çocuğu…
Ama o Suriye’de doğdu…
Bütün suçu buydu, bu suçtan haberi yoktu.
Belki Mısır’da doğdu, belki Afrika’nın açlıkla pençeleşen herhangi bir ülkesinde…
Belki de Arakan’da dünyaya gelmiş, öfkenin tam ortasında gözünü dünyaya açmıştı.
Ya da ne bileyim, belki de Doğu Türkistan’da, dünyanın başka, bambaşka yerinde…
Ama mazlumun yanında…
Ülkesine ve dolayısıyla kendisine sahiplik edense devletin başındaki kişiydi.
O, onlar için bir güvenceydi.
Düşmandan koruyacak olandı o, ekonomik sıkıntıya düştüğünde başvurulacak olandı da…
Anlamsız bir kavganın ortasında kalsa, yetişip kurtaracak olan da oydu.
Tıpkı diğer ülkelerdeki gibi…
Henüz farkında değildi ama büyüdüğünde söz sahibi olma şansı bile vardı.
Belki devlette görev alacak, belki asker veya polis olacak, halkını “düşmanlardan” koruyacaktı, “kötülere” ceza verecek konuma gelecekti.
Hepsi iyi insanlar, iyi bir yaşam sürsünler diyeydi…
Ama olmadı…
Ülkenin başında, akıl sağlığının dışında, insanlığını kaybeden, gözü dönmüş, çıldırma noktasını çoktan aşmış, dengesiz bir liderleri vardı.
Koruyacağı halka kurşun sıkıyordu.
İşte şimdi de kimyasal silah kullanmıştı…
Bebeler uyurken…
İnsanlar uykusunda yakalandı, doğal bir afetmiş gibi, doğal olmayan saldırıya…
Öldüğünü belki bildi, belki bilmedi…
Ama keşke bilmese…
Çünkü o öldü ama aynı zamanda dünyada insanlıkta birlikte öldü…
Herkes hesap kitap yaptı…
Çocukları savunsa AK Partili olabilirdi, o zaman savunmamalıydı…
Zaten onlar Kürt’tü…
Bazısı Arap, hatta bazısı Türk’tü…
Kimi Aleviydi, kimi Sünni, kiminin de başka din veya mezhebi vardı…
Onları ilgilendirecek yönü yoktu.
Ne laiklerdi, ne çağdaş…
Sustular, AK Partili olmamak için…
MHP’li olmamak için…
BBP’li veya bir başka partili olmamak için sustular…
Sıraya dizilen yüzlerce çocuğun resmine bile bakmadılar.
Baksalardı keşke…
Hiç günahsız, tertemiz çocukların uyur gibi yatar hallerine baksalardı.
Yüzlerinin parçalandığı, vücutlarının dağlandığına baksalardı.
Onlar ne AK Partiliydi, ne CHP’li, ne MHP’li, ne de BDP’li…
Onlar insandı ve çocuktu.
Hiç kimsenin hesabıyla bir işleri yoktu, Gezi eylemlerinin öcünün suskunluğunu da anlayamazlardı.
İsrail’in iğrenç hesaplarını, Amerika’nın alavere dalaverelerini de çözemezdi.
Adına “İslam ülkeleri” denen ne idüğü belirsiz yöneticilerin bulunduğu ülkelerin zulme arka çıkmasını da kavrayamazdı.
Belki en çok Türkiye’den yardım beklediler…
Dua istediler en azından…
Yok, onu bile çok görenler oldu.
O çocuklara ağıt yakmayı değil, dökülen gözyaşının, AK Partili olma ihtimalini sevmediler…
“Müslüman” kimliği ise başlarını kuma gömmelerine yetiyordu…
Ne olmuş yani, çocuklar ölmüştü…
Her gün, her yerde çocuk ölüyordu; ha bir, ha iki, ha yüzlercesi…
Ne fark ederdi?
Zaten bu zalim dünyada kalıp da ne yapacaklardı?
Vahşeti görmeyen, zalimliği bile algılayamayan, vicdan ve merhametten yoksun olanlarla bir arada yaşasa ne olurdu, yaşamasa ne olurdu?
Ama ben yaşıyorum…
O insanlarla, aynı atmosferi paylaşıyor, aynı havayı soluyorum.
Sadece zulme sessiz destekleri beni insanlığımdan utandırmıyor, kızaracak yüzlerinin kalmamasına utanıyorum.
Hayır, hayır! Böyleleri asla ama asla insan olamaz.
Başka bir şeyler ama ne, çıkartamıyorum!
Tweetimden seçmeler
Güzel sabahlara uyanmayalı kaç sabah oldu bilmiyorum. Çocukların ölmediği bir sabah. Anaların gözyaşı dökmediği, acıların yaşanmadığı…