Ahlak kavramının farklı toplumlarda farklı telaffuzları ve farklı anlamları var. Genel olarak, ‘bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları’ olarak tarif ediyoruz.

Bunun dinsel yönü belki daha farklı.
Ancak genel olarak ahlak, töre, gelenek, görenek, anane olarak da anlaşılır. Hatta bazen bunu “racon” olarak bile algılarız.
Edep olarak da karşımıza çıkan ahlak, utanma duygusuna vurgu yapar.
Ahlakın karşıtı, ahlaksızlık, edebin karşıtı ise edepsizliktir.
Ama geleneğin karşıtı, geleneksizlik değildir.
Törenin karşıtı da töresizlik değildir.
Buna rağmen birçok toplumda ahlaka önem verilse de, gelenek, görenek veya töre çok daha el üstünde tutulur.
Töre dediğinizde, genellikle geri kalmış bölgeler, aşiretler, aile meclisleri akla gelir.
Aslında her ideolojinin adını koymadığı bir töresi, geleneği, göreneğinin olduğuna kuşku yok.
Burada gelenek, işine geldiği şekilde anlaşılan bir kavram olarak karşımıza çıkar.
Özellikle “bağnaz” diye tarif ettiğimiz ve çoğunlukla karşımıza “laik” ya da “ulusalcı” veya “ırkçı” olarak karşımıza çıkanlarda bu daha belirgindir.
***
Kadın vekillerin meclise başörtüyle girmeye hazırlandığı zamanda dillendirilen “Meclis geleneklerinde böyle bir kıyafet yoktur” çıkışı, işine geldiği kadar geleneğine sahip çıkanları da gösterdi.
İlginç olansa bir süre sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hiç söylemediği, “kızlı erkekli” öğrenci yurdu veya evleriyle ilgili sözü, bu defa “muhafazakâr ahlak dayatması” şeklinde sunuldu.
Onlarınki dayatma değildi ama muhafazakârlarınki bir dayatmadan öte bir şey değildi.
Hâlbuki ülkeyi bir bütün ve genel olarak algıladığımızda da geleneklerimizde “kızlı erkekli barınma” uygulaması yoktu.
İşte tam da burada edebi gündeme almak gerekiyor.
Siz muhafazakâr ahlaka mı karşısınız, muhafazakâr olmayana mı?
Siz geleneklere mi karşısınız, size ters olanlara mı?
Üniversite tahsili görecek yaşa gelen gençlerin kızlı-erkekli evlerde kalıp kalmayacağını belirleyen elbette devlet olmamalıdır; zaten böyle bir belirlemenin olmadığı da açıklandı.
Ancak, herkes de iyi biliyor ki, bunu belirleyen insanın kendisidir.
Kendi yasakları, kendi değerleri, kendi inançları ve kendi gelenekleridir.
Kimi buna cevaz verir, kimi asla yanaşmaz.
Asla yanaşmayana “kızlı erkekli kalacaksın” dayatması yapılmaz, “biz kalmak istiyoruz, kime ne?” diyene de “hayır kalmayacaksın” denmez, kapısına nöbetçi dikilmez.
O zaman bu tartışmanın bir yanı eksik.
Yasaklama veya düzenleme muhafazakârlardan geldiğinde ortaya “ahlak bekçiliği” kavramını atmak haksızlıktan öte bir edep yoksunluğudur.
Ahlak bekçisi, bizzat insanın kendisidir; ailesidir, aldığı terbiye ve yaşadığı ortam, gördüğü eğitimdir…
Kendinize hak gördüğünüzü, bir başkasına hak görmüyorsanız orada çifte standarttan öte bozuk bir anlayışınızın olduğu ortaya çıkar.
Okullara, işyerlerine ve nihayetinde meclise “dilediği kıyafetle” gelmek isteyen kadınları şekillendirmeye çalışanların nasıl bir ahlaki anlayışlarının olduğunu hep merak ederim.
Örtünmek isteyene “gelenekleri” hatırlatanlar, “laikliği” gösterenler, “soyunmak” isteyenleri özgürlükle eşdeğer tutmaları nasıl bir anlayıştır.
İnsan ne kadar soyunursa o kadar medeni olmadığı gibi, ne kadar soyunursa o kadar özgür de değildir.
İnsanların giyimi, medeniyetin ölçüsü olamaz, bireylerin tercihi olarak bakılabilir.
Minicik çocukları kaçırıp, iğrenç emellerine alet edenlerin “özgür bir dünyaya” adım attıkları söylenemez.
Bu çocuk yaştaki kızların bedenlerini kullanma ve sergilemede de böyledir, bunun ticaretinin yapılmasında da…
Demek ki soyunmak, medenilik veya özgürlük değildir.
Kızlı erkekli kalınca medeni olmuyorsunuz, sadece bir tercihinizi uygulamaya koymuş oluyorsunuz.
Ama “ben kalamam” diyene veya “ben örtünmek istiyorum” diyene de aynı saygı çerçevesinde yaklaşmak zorundasınız.
İnsanları, nasıl yaşayacaklarına kendileri karar verir.
Öyleyse yasaklamanın her türlüsü ilkelliktir.
Başını açacaksın” demek ne kadar ilkellikse, “başını örteceksin” demek de aynı derecede ilkelliktir.
Doğudaki insanın geleneklerini cehalet olarak görenlerin, meclise gelenek sokmasının hiçbir tutarlı yanı yoktur.
Bazıları inandığı ve yaşadığı oranda ahlaklıdır.
Kimileri de “kendi istediği” oranda ahlaklıdır, gerisi ilkelliğini gizlemeden öte bir şey değildir.
Muhafazakâr ahlakı bir yana bırakın, siz olaylara ne kadar ilkeli bakıyorsunuz, ne kadar çifte standart uyguluyorsunuz, sizin gibi düşünmeyenlere hayatı zehir etmek için ne kadar ilkel olabiliyorsunuz, asıl ona bakın!
 
Tweetimden seçmeler
Girdiği herhangi bir yarışta, tavrı ahlaksızca olandan, ahlaklı icraat beklenemez!