Dünyada ki mevcut İslam coğrafyasında, hep kan, gözyaşı, tecavüz, zulüm, ölüm ve işkence yapılıyor.

Doğu Türkistan’da oruç tutmaları yasaklayan Çin hükümeti tarafından sistematik olarak Müslümanlar işkenceye tabi tutuluyor.

Suriye’de zalim Esad rejimi tarafından sürekli bombalanan evsiz, yurtsuz bırakılan, Müslümanlar öldürülüyor.

Arıkan’da yakılarak, boğularak, ölenler Müslüman, tecavüz edilen kızlar, kadınlar kasaplar tarafından paramparça edilen yine Müslümanlar.

Mısır’da,  Cami’de, secdede namaz kılan insanlar, otomatik silahlarla taranarak şehit edilen, zindanlarda şahadet sırası bekleyenler yine Müslümanlar.

Irak’ta, Afganistan’da öldürülenler, Filistin’de, Lübnan’da Zalim İsrail mermi, füze ve bombalarıyla parçalananlar, minik bedenler, analar, genç kızlar, bıçkın delikanlılar, yine Müslümanlar.

Afrika’da açlık, susuzluk çeken, hasta olan, iç savaşlarda ölenler, yine Müslümanlar.

Daha birçok İslam coğrafyasında, akıl, izan, vicdan, merhametten yoksun olanların, her türlü kini ve nefretini kustukları hep Müslümanlar olmuştur.

Peki, bu olanlara ve yapılanlara karşı biz ne yapıyoruz?

Tamamen sırt çevirmişiz, Müslümanlara yapılanları görmezden geliyor, umursamıyor, gözlerimizi kapatıyor, kulaklarımız tıkıyor, ağızlarımızı açmıyoruz; ama maşallah “Elhamdülillah Müslümanız”  diyerek,  seyre daldığımız dizi ve film aralarında ki Cocacola, Pepsi reklam aralarında namaz kılarak, ibadet etmeye çalışıyoruz.

Zalimin zulmü karşısında rıza gösterip eğiliyoruz, onlara ait mallarının alışverişiyle yaranmaya, yanaşmaya, taklit etmeye, özenmeye çalışarak,  ne “adam gibi adam” gibi, ne” kul gibi kul” olamıyoruz. Emperyalist zincirlerin ve vahşi kapitalizmin pençesinde kıvranıyor bir türlü kurtulamıyoruz. Onların dilinden, onların yaşayışından, onların güya sosyalliğinden faydalanıyoruz.

Bunları yaparken, kalbimizde ne bir üzüntü, ne bir pişmanlık emaresi gösteriyoruz.
Güya oruç tutuyoruz. Paylaşma, yardımlaşma, açların, susuzların halinden anlama diyoruz, mazluma yardım diyoruz; ama ne yapıyoruz?  Cocacola’lı, Pepsi’li  soğuklar, taze tereyağları, lor peynirleri, çok özel ballar, arkasından tereyağlı çorbalar, çeşit çeşit su börekleri, zeytinyağlılar…

En azından iki üç çeşit bol etli ve lezzetli pilav ve ana yemekler, ardından tatlılar ve çay, kahve, kola, meşrubatla süslenmiş…

Kuruyemiş ve meyvelerle bezenmiş sofralar, yanında doyasıya tadabileceğiniz bol miktarda Müslüman kanıyla birlikte, iftarımızı açıyor, sahurlara kalkıyoruz.

Geviş getiremeyip, eritemediğimiz zamanlarda, Müslüman kanlarının bize şişkinlik, kabızlık verdiği anlarda, imdadımıza yetişen zalim damgalı sodalarla falan günümüzü geçiriyoruz.

Unutuyoruz yapılanları, unutturuyorlar bizlere, bir türlü akıllanmıyoruz, utanmıyoruz olanlardan, hissetmiyoruz yakılan insan kokularını, yıkılan ikametlerden çıkan yangınların sıcaklığını,

Yarın sıranın bize de gelebileceğini düşünerek hiç üzülmüyoruz, “bana değmeyen yılan, bin yıl yaşasın” diyoruz fütursuzca.

Çıkan yangının sönmesi için, akan kanın durması için el açıp yalvarmıyoruz yüce yaratana.

Keyfe, zevke, sefaya düşmüşüz utanmadan, sazlı sözlü, fasıllı semazenli iftar sofralarının keyifli ve eğlenceli havasına kaptırmışız kendimizi.

 

Kerim BAYDAK

[email protected]