Nükleer silahların gelişmesi ve çoğalmasıyla beraber, sadece insanlar yok edilmiyor, aynı zamanda, o insanlara ait birçok toplumsal kültürler ve tarihi varlıklar yok edilmektedir. Soykırımların sadece insan neslini yok ettiğini düşünmek, sanrımın korumaya, kollanmaya ve yaşatmaya çalışan kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasına da haksızlık olacaktır. İnsanlar, devraldıkları tarihi ve kültürel varlıkları korumadığı/koruyamadığı sürece, devletlerin ayakta kalmasını da zorlaştırmaktadır.

***

Orta Doğu da ve İslam Coğrafyasında yapılan büyük bir soykırım söz konusudur. Bugün dünyanın birçok yerinde, Osmanlıya ait ve İslam’ı sembollerden birçok yapı, bugün ya yok olmuştur veya yok olmayla karşı karşıyadır. Özgürlük getirme safsatasıyla, işgal edilen ülkeler, özellikle İslam coğrafyasında ki ülkeler, bugün gerek toplum neslinin tükenmesiyle ve gerekse kültürel varlıkların tükenmesiyle, gökten yağan planlanmış bomba ve füzelerle yok olma aşamasına gelmiştir. Çocukların ve gençlerin belirleyici bir etkiye sahip olduğu ve süreklilikte temel etken olduğu bir itibarsızlaştırma ve çeşitli algılar neticesinde, insanların öldürülmesinin yanında, kültürel miras ve varlıklar konusunda da düzenli bir soykırım uygulanmaktadır. İnsanlara yapılan soykırımlarda, geriye çürümüş bedenlerden ziyade, dayanıklı bazı varlıklar kalır. Köprü, cami, yol, han, hamamlar, kaleler, türbeler… gibi daha bir çok kültürel ve tarihi varlıklar, yok edildiğinde, ortada o topluma ait herhangi bir insan nesli kalmadığı gibi, onlara ait herhangi bir varlık da kalmamaktadır.

***

Bugün birçok ülkede, o ülkeye ait hiçbir miras kalmamıştır. Hepsi yerle yeksan olmuştur. Sömürgeci bir takım şer ve güç kuvvetleri, bu varlıkları sistematik bir şekilde yok etmişlerdir ve hükümranlıklarını sürdürmek amacıyla, sözde özgürlük getirmek için, hem insanları, hem de onlara olan her türlü tarihi ve kültürel miraslarında soykırıma gitmişlerdir. Ancak yazılı kaynaklarda –eğer kalırsa, kalmışsa- ya da dilden dile anlatılan, kulaktan kulağa devam edecek olan, halk arasındaki hikayelerde varlığını sürdürecektir, ama nereye kadar!..

***

Adam diyor ki:

“Buraya geldiğimde, tek kelime konuşamıyordum...”

“Kafamda bir tane saç yoktu...”

“Karşı duvara gidemiyordum...”

“Yataktan beni başkaları kaldırıyordu...”

“Kendi başıma yiyemiyor ve içemiyordum…”

Sizce, bu adam nereden nereye gelmiş olabilir?

***

Herkesin bir gazete okuma şekli vardır. Herkes farklı biçimlerde gazetelere bakar, okur. Size, “gazeteyi elinize aldığınızda, ilk hangi sayfaya ve nereye bakarsınız?” diye sorsam, ne dersiniz?

Okuyan insanlardan farklı cevaplar almak mümkündür. Gazeteyi eline alanlardan, kimi spor sayfasını, kimi cinayet haberlerini, kimi magazin haberlerini, kimi köşe yazarlarını, kimi düzenli olarak birinci sayfadan sonuna kadar sırayla bakar. Herkesin kendi dünyasında var olan ve ilgili olduğu konuyla, beslemiş olduğu gizli saklı özel merakları ila ki vardır. Fazla dışarıya aksettirmeseler de bu böyledir

***

Okuyan kişi baktığı gazetede, resim, yazı, metin artık her neyse kendine bir şeyler arayıp buluyor. Oradan, buradan, köşesinden, kıyısından kendisinin anlatacağı bazı şeyleri belirleyip; kendisine bezeme ihtimali olan bilgilerle, resimlerle kendini açığa vuruyor. Girdiği ortamda, konuşabileceği bazı bilgileri edinmek istiyor. Herkes kendi fikirlerini, yeni fikirlerle donatmak, geliştirmek ve ilerletmek istiyor. Okuduğumuz gazete, baktığımız sayfalar ve içerisindeki bilgiler, hayat tarzını ve yaşama biçimini ile felsefesini ele verebiliyor.

***

Sahip olduğumuz, rastladığımız, beğenmeyip bir kenara bıraktığımız, attığımız eşyaların dili olmasa da aslında bize birçok mesajlar verdiği muhakkaktır. Bazen sürekli tekrarlanıyor hissini veren birtakım bilgi, birikim, resim ve materyaller farklı olsalar da aslında verdiği mesajlar hep aynıdır. Belki farkına varamıyoruz, ama bilinçaltımıza öyle bir yerleşiyor ki, zamanı geldiğinde, kendiliğinde gün yüzüne çıkabiliyor ve kişiliğimizi ele verebiliyor. Belki farkında olmadan okuduğumuz bir yazarın yılmaz, yorulmaz, savunucusu durumuna düşebiliriz ya da baktığımız resimlerim müdavimi haline gelebiliriz. Hani derler ya! Her şeyin bir talibi illa ki vardır. Her şey, zaman içerisinde sahibini bulur ve refakatçisi olarak hayatının ayrılmaz bir parçası haline gelebilir.

 

Kerim BAYDAK

[email protected]