İnsanları duyarsızlaşmasına sebep olan yaşam tarzlarında, oldukça fazla telkinci kavram yerleşmiş durumdadır.

Toplumun var olma sürecinde, üretilen çatlak-çarpık düşünce şekli, olaylara bakış açısı, bir takım örf, adet ve tavırların, hak dinle karşılaştırıldığında, çok büyük farklar içerdiği, çok açık bir şekilde gözlemlenebilir.

Günlük yaşam içerisinde bu telkinler, düşünceler ile varsayımlar sonucu oluşmuş kuralların dışına pek çıkılmıyor, çıkılamıyor, belki de çıkılmak istenmiyor.

Kendisini yaratan ve türlü nimetler bahşeden Allah (CC) hatırlanmıyor, zikredilmiyor; din, iman, itikat, ölüm, cennet, cehennem gibi mefhumlar pek hafife alınıyor.

Günlük konuşmalar, davranışlar, konuşmalar ve üslup, önceden belirlenmiş bir takım kurallara uygun gelişiyor ve önem kazanıyor.

Tüm bunlar yapılırken,  Allah`ın hoşnutluğu değil, toplumun ölçüleri ve memnuiyetleri ön plana çıkıyor.

***

Bir beni tutan var, bir de bende ki beni!

Varsın inceldiği yerden kopsun, maşuka varıp meşk edemedikten sonra...

***

İnsanlar, hayatı farklı şekillerde algılıyor.

Hayatım debdebesi içerisinde, farklı şekillerde yaşayabiliyor.

Hayatın keşmekeşi içerisinde yaşanılanları, farklı şekillerde idrak edip, yorumlayabiliyor.

Gerçek olan bir şey var ki, tüm insanlar aynı dünya üzerinde yaşamaktadır.

Tüm bunlarla beraber, ortak olan sayısızca paylaşılan duygular vardır.

Gülmek, eğlenmek, üzülmek, sinirlenmek, sevinmek, heyecanlanmak, endişe etmek, korkmak, telaşlanmak sadece bunlardan bir kaçı…

Bunlar senin, benim, onun, hepimizin günlük olarak yaşadıklarıdır.

***

Dünyada olanlar cezbedicidir, yol saptırıcıdır, nefse hoş gelendir...

Dünyada olana meyletmeyeceksin, yoksa dünyada kalıcı olduğunu düşünmeye başlarsın.

Ki bu da olabilecek en büyük ahmaklıklardan bir tanesidir.

Peygamberlere kalmayan bu dünya, sana mı kalacak, be ey gafil!

***

İnsanlara kaliteden bahsederken, aslında kişiliği defolu olan,  çevremizde o kadar çok cahil cühela var ki; onları zaman zaman biriktirip, sonra bozuk para gibi harcamak gerekiyor.

Bazen yola çıktığın, bazen yolda buldukların ve bazen de yola çıkmayı düşündüğün insanlarla insiyatifin dışında gelişen olaylar sonucunda; hem yolunu kaybediyorsun, hem aynı yolda yalnız kalıyorsun, hem de itibarını kaybediyorsunuz.

Haliyle hem dostluk denen bir şey ortada kalmıyor, hem de  “sen kötüsün” damgası yemekle kalmıyor, insanların beklentilerini karşılayamadığından olsa gerek,  adın da “ sen ne kadar değiştin!” oluyor maalesef.

Bu yüzden, nankörle paylaşırken, cahille konuşurken, güçlüyle savaşırken, kendini bilmezle tartışırken gayet dikkatli olacaksın.

***

Ne doğanı gönül rahatlığıyla yeterince karşılayabildik,

Ne öleni, iç huzuruyla mucibince uğurlayabildik.

Peki, ne yapıyoruz?

***

Düşünüyorum da:

Günahlarıma kefaret misin?

Sevaplarıma mükâfat mısın?

Yoksa varlığıma esaret misin?

Bilemedim bir türlü!

***

Bazen sorarlar, “susan mı tehlikeli, yoksa konuşan mı?”

Ya da “susandan mı korkulmalı, yoksa konuşandan mı?”

Çok koşundan zarar gelmez, ama konuşmayan, susan tehlikelidir, her patlamaya hazır bomba gibidir.

Konuşanın ne yapmak istediği anlaşılır, ama susanın düşüncesi ve yapacağı eylemleri gizli kalır.

O yüzden konuşan bir toplumda her şey alenidir.

Oysa susan toplumda her tehlike sinyalleri vardır.

Konuşandan değil, susandan korkmak gerekir.

Hani “ısıracak it, dişini göstermezmiş” ya işte o bakımdan.

Kerim BAYDAK

[email protected]