Geçtiğimiz hafta ülkemizin temel gündemlerinden birisi de Hamza Yerlikaya’nın Vakıfbank yönetim kuruluna atanmasıydı. Geçmişte ülkenin gündemini yeterince meşgul etmiş, ancak bir süredir Covid-19, ekonomideki problemler ve sınır ötesi operasyonlar gibi reel, veya Ayasofya’da namaz kılınması ve camiden Çav Bella okutulması gibi yaratılmış gündemler tarafından gölgede bırakılmış “Liyakat-Sadakat” konularını da yeniden tartışmaya açtı.
Öncelikle madem Hamza Yerlikaya ile başladık, bilmeyenler için yeniden hatırlatmakta fayda var. Eski bir güreşçi olan Hamza Yerlikaya şampiyonluklarıyla ülkemizi defalarca gururlandırmış bir sporcumuz. 2007 yılında spor hayatını noktalayıp Ak Parti Sivas Milletvekili seçilerek siyasete atıldı. Şu an ise Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı Bakan Yardımcılığı ve geçtiğimiz hafta itibariyle de Vakıfbank Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini yürütmektedir.
Sosyal medyada da sokakta da tepkiler oldukça büyük. Bunun temel sebebi, liyakat esasına dayalı bir atama olmaması. Evet, Yerlikaya belki “asrın güreşçisi” ama ülkemizin kanayan yarası olan ekonomik-mali sorunlar maalesef el ense çekilerek aşılamıyor. Yerlikaya Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu mezunu ve geçtiğimiz hafta itibariyle ciddi bir finansal kriz yaşayan Türkiye’nin en önemli bankalarından birisi olan Vakıfbank yönetim kurulu üyesi. İçinde bulunduğumuz ekonomik durumda, Türkiye’nin iyi üniversitelerinin 4 yıllık iktisat, maliye, bankacılık bölümlerini bitirmiş, hatta üstüne yüksek lisanslar yapmış pırıl pırıl gençler söz konusu bankaların gişelerinde çalışabilmek için birbirleriyle yarışırken bu atamanın bu denli çok tartışılması da şaşırılacak bir şey değil.
“Günah Keçileri”
Hamza Yerlikaya’nın ekonomi ve finans gibi bankacılıkla doğrudan ilgili olan konulardaki akademik altyapı eksikliği ve hakkaniyetsiz olduğu gün gibi ortada olan bu atama, Yerlikaya’yı bu yazının “günah keçisi” yaptı belki. Ama geçtiğimiz hafta liyakat-sadakat tartışmalarının tek odağı Yerlikaya değildi. Örneğin Ak Parti Trabzon Milletvekili Bahar Ayvazoğlu’nun eşi Ali Ayvazoğlu Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürü oldu. Ali Ayvazoğlu’nun eğitim bilgilerine Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü resmi web sitesinden bile ulaşılamıyor olması bizce tesadüf olmamakla beraber, önceleri Trabzon Belediyesi’nde işçi olarak çalışan Ali Ayvazoğlu’nun bu görkemli yükselişi, her 4 üniversite mezunu gençten birinin işsiz olduğu ülkemizde ne kadar meşru bir zemine oturabilir ki?
Benzer şekilde, Ensar Vakfı Eski Başkanı ve Ak Parti Çorum Milletvekili Erol Kavuncu’nun da kızları ve kardeşine Hitit Üniversitesi’nde liyakat esasından uzak şekilde atamalar yapılması da sosyal medyada “Üniversite’de Vekil Kadrolaşması” başlığı altında oldukça sert tepkilerle karşılaştı. İşsizlik yüzünden intihar eden öğretmenlerin olduğu bir ülkede bu konulara dikkat çekmek boynumuzun borcudur diye düşünüyorum. Yukarıdaki örnekler, bugün Türkiye’de gelinen noktada sadece birkaç “günah keçisi”. Bu kişileri “günah keçisi” diye adlandırmamızın sebebi günahsız oldukları için değil, sadece günümüz Türkiye’sinde otorite sahiplerinin ve bürokratların günlük pratikleri haline gelen liyakatsız ama sadakatli atamaların, adam kayırmanın, torpilin en güncel ve somut örnekleri oldukları için…
Esas sorun hangisi?
Ülkedeki önemli kadrolara hak edenin değil de eş-dost-akraba' ların getirilmesi başlı başına bir sorun elbette. Bu soruna verilen tepkiler de gayet meşrudur. Fakat durumu daha da vahim hale getiren, soruna tepki verenlerin vatan hainliği ile özdeşleştirilmesi. Ak Parti Adana Milletvekili Tamer Dağlı “Hamza’dan rahatsız oluyorsanız vatan sevginizden şüphe etmeniz lazım” diye bir açıklamada bulundu. Yüz binlerce genç adına biz buradan yanıt verelim. Hamza’dan kimsenin rahatsız olduğu yok. Rahatsız olunan bir güreşçinin Türkiye’nin en önemli finansal kurumlarından birisi olan Vakıfbank yönetim kuruluna atanmasıdır. Böyle kurumlarda liyakat sahibi kişilerin görev yapması ülke ekonomisi için hayati önem taşımaktadır. Yani bu atamaya tepki vermek vatanını düşünmektir. Bu atamaya karşı çıkmak ekonomik gidişattan kaygı duymaktandır. Ülkenin geleceğini düşünen, liyakatsiz atamalara tepki göstermek zorundadır. Asıl sessiz kalanların Tamer Dağlı’nın söylediği gibi: “vatan sevgisinden şüphe etmesi lazım…”