Her insanın olaylara bakış şekli farklıdır. Görmekten bahsetmiyorum, bakış şeklinden bahsediyorum. Medyanın olaylara bakışı, görüşü, değerlendirmesi de farklıdır. Peki neden?
Nerede olursanız olun, kimlerle bulunursanız bulunun, gözünüzün önünde cereyan eden bir veya birden çok olayı, en iyi yorumlayacak olan da sizsiniz…
Ya da öyle sanıyorsunuz…
Her ikisinde de yanıldığınızı, olayın olup bitmesinden sonra yapılan tartışmalardan veya suskunluklardan anlarsınız.
Evet doğrudur, siz görmüştünüz, aynen öyle olmuştu, tıpkı anlattığınız gibi gelişen bir olay söz konusuydu ama siz, olayın olduğu yerin tam sağındaydınız, bense solunda.
Yani sizin görmediğiniz kısmı görendim, benim görmediğim kısmı da gören sendin.
Bu kadar basit değil elbet…
Çünkü bir olayı görüyorsanız, bir tartışmanın bütün detaylarını dinlediyseniz veya bir etkinliği izlediyseniz, muhtemelen iki taraftan birisiniz. Ya taraflardan birisini çok seviyorsunuz ya da hiç sevmiyorsunuz, hatta belki nefret bile ediyorsunuz. Elbette üçüncü ihtimal de var, “tesadüfen” oradasınız ve taraflarla ilgili hiçbir bilginiz yok. Sadece olan olayı, olduğu gibi aktarabilirsiniz. Bunun öncesini, sonrasını ve tarihi geçmişini bilme şansınız yok. Burada olayı en doğru anlatacak kişinin “tesadüfen” orada olan olması çok da garip değil.
Çünkü insanların ‘sevgisi’ veya ‘nefreti’, olayları doğru değerlendirmesine engel olur. Hatta herkesin gözünün önüne olan bir olayı bile farklı şekillerde anlatır. Bunu sadece karşıya anlatırken yapmaz, kendine de öyle anlatır ve kendini bile ikna eder, o kadar etkileyici yani!
Taraflardan birini seviyorsan, o olayı onun lehine çevirecek deliller bulursun. Taraflardan birinden nefret ediyorsan da, o olayı, onun aleyhine çevirecek deliler bulursun.
Bir de durduğunuz yer itibariyle “birinin yanında” veya “diğerinin karşısında” olma ihtimaliniz var.
Evet, seviyorsunuz veya sevmiyorsunuz ama bundan bir menfaatiniz yok. Makam beklentiniz yok, nakit akışı yok, farklı farklı destekler söz konusu değil.
Eğer öyleyseniz, sadece “sevdiğinizin” incinmemesi ya da en az incinmesi için uğraş verirsiniz. Tersinde ise nefret ettiğiniz veya hafifinden sevmediğiniz tarafın ise “olumsuz” etkilenmesini istersiniz…
Ama başka bir beklentiniz yok…
Peki olayın taraflarına “maddi” ve “manevi” olarak yakınsanız ve üstelik bu maddi “gelecek kaygısını” da beraberinde getiriyorsa…
İşte o zaman gördüğünüz bütün aklar bir anda kara olur, gördüğünüz zifiri karanlıklar da bir anda nur saçar hale dönüşür.
Olayın neresinden bakarsanız bakın, sizinkiler haklıdır. Konuşulan ne olursa olsun, en doğru sizinkinin ağzından çıkmıştır. Ortada bir darp söz konusuysa, mesela adamın kafasına sert bir cisimle vurulmuşsa, o sert cismin kendiliğinden gelip, adamın kafasına vurduğunu akıllı ve mantıklı bir şekilde izah edebilirsiniz.
Yazılan onca kötü kelimeler ne kadar iğrenç cümlelere dönüşürse dönüşsün onu aklayacak bir şey bulursunuz. Veya yazılanlar, söylenenler, yapılanlar ne kadar güzel olursa olsun, onu yerin yedi kat dibine sokacak kötü yönlerini bulursunuz…
Çünkü o anda sadece aklınız çalışıyor…
O durumdan çıkış gerekiyor.
Taraf olduğunuz, yanında durduğunuz veya sahibiniz olanın “aklanması” ve üstüne “paklanması” gerekiyor.
Bunu yaparken de karşı tarafın karalanması ve kirlenmesi gerekiyor.
Oldukça pislik saçılmalı, oldukça kir akmalı ve oldukça lekelenmeli ki, sahibiniz o kirlerin içinde nur gibi ortaya çıkıversin ve sonrasında sırtınız sıvazlansın, yeriniz sağlamlaşsın ve belki terfi bile alanız, ödüllere boğulanız…
Kirli iş yapan ve “çeteleşmiş” grupların, yöneticilerin veya herhangi bir oluşumun “pislikleri temizleme ekibi” de vardır.
Bu pislik, kendi ürettikleri pisliktir.
Otururlar bu beyler veya bayanlar, “biz bu pisliğe battık, her tarafımız kirlendi ama bundan nasıl temiz çıkarız” diye kafa yorarlar.
Onların da aklı çalışır…
Herhangi bir olayı izleyen herkesin de önce aklı çalışır.
Gözüyle görmüştür, kulağıyla duymuştur, hatta belki kokusunu almış, tadına bile bakmıştır. Eliyle dokunmuş da olabilir. Yani bütün duyu organlarıyla bilmiş ve o bilgiyle, o donanımla da yorumluyordur.
Demek ki aklı başında ve olayları analiz edebiliyor.
Ama insanların akıl dışında sahip oldukları da var…
Mesela kalp var…
Mesela vicdan var, mesela merhamet var…
Gördüğünüz olayı zaten görüyorsunuz, duyduğunuzu zaten duyuyorsunuz, okuduğunuzu zaten okuyorsunuz…
Olayları değerlendirirken veya anlatırken birkaç süzgeç kullanmak gerekiyor…
Akıllı olmak önemli ama vicdanlı olmak da önemli, merhametli olmak da ve adil olmak da…
Bütün bunlar olmadığı zaman, gözünüzün önünde olan olayı, siz öyle bir anlatırsınız ki, sonra kendi kendinize döner, “Bu kadar pisliği ancak bu derece bir pislik temizler” diye kendi kendinize övgüler dizersiniz…
Türkiye’de basın, ne yazık ki “tesadüfen” oradan geçen bir basın değil, hiç olmadı, olanlara da hayat hakkı tanınmadı, fırsat verilmedi, verilen de geri alındı.
Medyamızın neredeyse tamamı sadece “aklını” kullanandır. Çünkü o akıl, bütün kapıları açan akıldır…
Tweetimden seçmeler
Yarınki yazımı (bu yazı) yazacağım, iki seyyar satıcının uzaklaşmasını bekliyorum. Biri kavun satıyor, biri karpuz. Biri arka sokakta, diğeri ön. (Yazıda kavun ve karpuz yok değil mi?) :)