Hava sıcak, gezmekten yorulmuşum. En yakın çay ocağında, açık havada, hafiften esen rüzgârda oturmuş, kendimi bir çayla ödüllendiriyorum. Rüzgâr da olsa, hava çok sıcak, terlememek mümkün değil.
Çayı mı yudumlarken, yanı başımdaki tabureye, üstü başı dağınık, terden sırılsıklam olmuş, kırklı yaşlarda biri de, el arabasını hemen yan tarafa park ederek, (hakkım olmadığı halde) izin isteyerek oturdu. O da bir çay ısmarladı kendine. Çayını yudumlarken, ara sıra bana bakıyordu. Farkında olmadan, aslında biraz da meraktan, ben de bakıyordum.
Cebinde ki bozuklukları çıkarıp, çay parası vermeye çalışırken, aslında oyalanıp duruyordu. Çaycıya “tamam benden olsun” diye bir el hareketinde bulundum. Çaycı “tamamdır” deyince; adam bana baktı, “sağ olasın” derken, tabureyi alarak yanıma yaklaştı. Sanırım maksadı sohbet etmekti ya da ne bileyim!
“Nerelisin?” diye konuşmaya başladı. Zaten en büyük alışkanımızdır, birine görünce, yanına oturunca, sohbete başlayınca, ilk sorumuz “nerelisin?” sorusunu sormaktır.
“Boş ver, nereli olduğum önemli değil” diyerek sohbete başladık.
“Ne iş yapıyorsun?”
“El arabacılık( tablacılık) yapıyorum.”
“Peki, günde ne kadar para kazanıyorsun?”
“10, 15, bazen 20 Tl. oluyor.”
“Geçinebiliyorsun, yetiyor mu size?”
“Yeter mi abi, hem ev de kira, hanım da çalışmıyor, 2 tane de kızım var, onlar da çalışmıyor.”
Merkez köylerden birinden şehre gelmiş, mesleği olmadığı için, bir el arabası (tabla) almış, çarşıda geziyor, yük veren olursa taşıyormuş. Şehrin en fakir mahallesinde, bir ev kiralamış.
“Köyde evin, arazin, ne bileyin bir şeyin yok mu, annen, baban, deden, akrabın yok mu?”
“Dedem vardı, her şeyi sattı, yedi, babam rahmetli oldu, annem kardeşimin yanında köyde kalıyorlar, onların da durumları iyi değil.”
Neresinden bakarsanız bir dram. İnsanı etkileyen bir hayat hikâyesi, Zor bir durum, bu zamanda, böylesine bir yaşam. Elde, avuçta yok, ev kira. Dededen, atadan kalan maddi, manevi, bir şey yok. 2 genç kız ve bir eşle, yaşama tutunmaya çalışan bir baba, bir eş.
Konuştukça açılıyor, anlatıyor da anlatıyor. Hani dokunsanız, “patlayacak bomba gibi” derler ya, aynen öyle. Meğerse adam anlatmaya, belki de rahatlamaya ihtiyacı varmış tavrında. Tabi bize dinlemek, belki de bazen vah, vah deyip, üzülmek, “Allah kolaylık versin, Allah yardımcın olsun!” demek düşüyor.
İnsanlardan böyle hayat hikâyeleri dinlemek, anlatanı rahatlatsa da ancak insanı üzebilir.
Karşınızda ki insan rahatlasa da, sizin dünyanız allak bullak olur, elinizden bir şey gelmediğinden, için için kendinizi yerseniz, moraliniz alt üst olur, içiniz yanar, darmadağın olursunuz.
Anlattıklarını dinlerken, arada; “Allak Kerim’dir, rızkı veren Hüda’dır” gibisinden şükredici, kazandıklarıyla hamd ettiği konuşmaları, insanı derinden etkiliyordu. Adamın kazandıklarıyla nasıl şükrettiğini, bir da elini sıcak sudan soğuk suya koymadan, nasıl sayısız maddi kazançlar elde ettiğini, ama hamd, şükür denen şeyin ne olduğunu bilmeyen insanları düşününce, gıpta ile bakmamak mümkün değildi. Hâlbuki böyle garibanların, fakirlerin, zenginin malında, kazandıklarında hakkı vardır. Ne yazık ki, devede nokta olabilecek bir miktarla eşya taşıttıkları karşısında, vicdanen müsterih olup olmadıklarının sorgulanması gerekiyor. Ancak yine de her şeye rağmen, hayatta kazandıkları ne olursa olsun, şükretmenin, ne kadar büyük bir nimet ve haslet olduğunu bilmesi gerekiyor insanın.
Belki bu rastlanılan sadece bir örnek, sadece bir kişi. Bunun gibi, bilinmeyen, kendini açığa vurmayan, içinde bulundukları mevcut hallerini, Allah’ın (CC) bir takdiri olduğunu kabullenerek şükrettikleri sayısız insan vardır. Allah yar ve yardımcıları olsun, böyle insanlardan haberdar olmayı, haberdar olduktan sonra, tefekkür ederek, elinden geldiğince yardımcı olmayı nasip etsin, inşallah!
Kerim BAYDAK