TÜRKİYE uzun zamandır “zihinsel bir  kriz”geçiriyor! Teknoloji çağında, feodal yetersizliklerle bezenmiş sistemleri küçücük dimağlara giydirmeye çalışan,  “karşı devrim hezeyanlı”  karar vericiler,  bu gün Türkiye’nin eğitim anlamında nal toplamasına sebep olmuşlardır! Hikayesi her anlamda travmalarla dolu Türkiye’nin, yakın dönemi neden geri kaldığımızın kanıtlarıyla dolu!  Nesillerinin tüm uzuvlarını körelten, herkesi maymuna çevirip, güdülmüş ezberlerle patinaj halde tutan feodal eğitim canavarları, rüyalarda kabus olmaya devam ediyor! 

Cumhuriyet devrimlerini teknoloji çağıyla buluşturamayan,  sosyolojik dönüşümlere yenik düşen, sürekli ekonomik krizlerle, bireylerin kaygılarla önceliklerini eğitimden uzaklaştıran iktidarlar, bu ülkenin en büyük sorunudur! Tüm meselelerin altında, bu zihniyetin karar verici konuma gelişlerindeki sorunlu yapı vardır! Eğitimin dünya ile entegre gelişimini ortadan kaldırıp, din faktörü ile pozitif ilimlerden uzaklaştıran, nesillerin özellikleri tartışılmadan, herkesi aynı kalıplarla dizayn eden feodal anlayış, geldiğimiz noktada, Türkiye’yi her anlamda uçurumun kenarına getirmiştir! Karşı devrimle, devrimlerin benimsetiliş sürecini sabote eden zihniyetin, son yıllarda, özellikle eğitimde yarattığı zihinsel krizin çözümünün çok zor bir aşamaya evrildiği, sosyal çürümenin başladığı, ağır bir döneme geçişin izleri olduğu görülmekte,  ve yazık ki üçüncü dünya ülkelerinin bile çok gerisine düştüğümüzün emareleri, can yakıcı şekilde ortada durmaktadır! Türkiye’deki eğitimin en büyük sorunu, bu zihniyetin kurumlara salgın gibi yaydığı niteliksiz sistemler ve bu sistemler için yetiştirdiği donanımsız “EĞİTENLER”. sorunudur! 

Kutsallık adı altında eleştirilmez kıldığımız öğretmenlik mesleğinin, kalitesizliğe nasıl teslim edildiğinin işaretlerini, gideceğiniz her hangi bir eğitim kurumunda görmeniz mümkün! Teknolojiden bihaber, çağın çok gerisinde, öğrencilere ufuk açamayan, filizlerini güçlendirmeyen, “sistemin zaaflarıyla öğretmen olanlar”  da konuşulması gereken temel bir sorundur! Öğrenciye yaklaşımı sorunlu, ekonomik amaçlarla öğretmenliği meslek edinen “cahilin okuma yazma bilen biçimlerinin”  sisteme nasıl takoz koyduğunu,  gelişim skalasının, bu takozlar nedeniyle nasıl bir girdaba sokulduğunu görmemiz gerekiyor! Öğretmen olabilmek, basite indirgenecek, sadece sınavlarla ulaşılabilecek bir derece olmamalıdır! Herkesin hayatında “bir dönüm noktası”  olan öğretmenler vardır! Önemsenecek nokta burasıdır zira  hayata hazırlayanlar niteliksiz olamaz !

Ailelerin nesillere verdiği katkılar, ekonomik yetersizliklere yenilince, aklımıza ilk gelen, buna sebep olan ülke yöneticileridir. İmkanları ölçüsünde çoçuklarını en iyi şekilde hazırlamak isteyen ailelerin, yetersiz kaldığı durumlar da, nelere sebep olduğunu, yakın dönemde gördüğümüz şiddet olaylarından anlamak mümkün! Tüm öfkesini,  ergen tavırlarla öğretmenden çıkaran, canavarlaşmış çocukların, hangi aşamalardan beslendiğini, buna yol açan cehalet dişlililerinin kimlerin katkılarıyla döndürüldüğünü görmeden, öğretmenin “kimler tarafından öldürüldüğünü”  görmemiz mümkün değildir! Sistemin feodal kalıntılarla bezenmiş esareti kırılmadan, yeni nesillerin zihinsel dönüşümünü sağlamak, mümkün değildir! 

Cumhuriyet değerleriyle barışık, çağdaş, teknolojiyi verimli kullanan EĞİTİCİLER olmadığı sürece,  cehaletiyle cüretkar davranan, güdümlü  nesillerin önüne geçilemez! İktidarlar tezgah altı eğitim yuvalarına ağırlık vereceğine, donanımlı, çağdaş, medeni dünyanın uzağına düşmeyecek okullar ve bunun için nitelikle kadrolar bulmak zorundadır! Zihinsel dönüşümle, sosyal çürümenin önüne geçmek mümkün ! Ahlaki ölçütlerin yaşam biçimlerini budamadığı, dar kalıpların kimseye giydirilmediği yeni dünya düzeninde yer almak istiyorsak,  “nesillerin eğitiliş biçimi” önemsenmelidir! Öğretmeni kim öldürdü diye sorulacak sorunun cevabı dünden bellidir! Nesillerin eğitilme biçimi ! Herkes, gencecik çocukların katil olabildiği bu eşiğe nasıl geldiğimizi düşünmeli! 

DİPNOT:
Karatepelinin biri on tane dam (ev) yapmış. Damın birinin başına çıkar sayarmış, dokuz; iner sayarmış, on. 

“Vay açıkgöz hırsız! Ben damın tepesine çıkana kadar çaldı, inene kadar yerine koydu” dermiş. Bir kere daha dokuz sayınca hırsızı aramaya çıkmış. Yolda: 

“Sırtı dam yüklü adam gördünüz mü” diye sormuş rastladığı birine. O da: 

“Gördüm, az önce geçti” demiş. 

Giderken giderken bir değirmene varmış. Girmiş içeri. 

Değirmenciye sırtında dam yüklü hırsızı sormuş. Değirmenci: “Sen otur dinlen, demiş. O gâvur öyle çalar hep damları. Geçeceği saati biliyorum. Sana haber veririm.” 

Değirmende bir de şapkalı papaz varmış. Bunlar yatıp uyumuşlar. Değirmenci papazın şapkasını Karatepeliye, bunun terliğini de papaza giydirmiş. Sonra Karatepeliyi uyandırmış: 

“Damı çalan hırsız şimdi değirmenin önünden geçti. Kalk yetiş ardından” demiş. 

Karatepeli yola düşer. Ay ışığı da arkadan vururmuş. Gölgesi önüne düşüp de başında şapkayı görünce, almış da eline demiş ki: 

“Hay değirmenci! Beni uyandıracağına papazı uyandırmış.” 

Ülkede kimse nereye koştuğunun farkında değil!  Kendimizi bulmamız ümidiyle!