Her an bir yakınımızın, arkadaşımızın, dostumuzun ölmesi muhtemeldir.Çünkü ölümün nerede, ne zaman ve nasıl bizlere konuk olacağını bilemeyiz. Bunun içindir ki yazarlar, çoğu zaman ölüm hakkında yazıp dururlar.Ancak belli bir yaşa gelemeyenler, nedense pek ölüm hakkında yazmazlar. Korktuklarından mıdır, umursamadıklarından mıdır, ölüm hakkında yazı yazmanın güçlüğünden mıdır bilinmez, yazmaktan imtina ederler.
Bu konularda yazmak, sanki belli bir yaşın üzerindekilere hasmış gibi, ziyadesiyle güç olsa da sevdiklerinin arkasından ölüm yazıları yazarlar.Çünkü, “Kolaylıkla rahmetliyi anlatıyorum” derken, aslında kendimizi anlattığımızı düşünmeyiz, düşünemeyiz; ama beraberinde kendimizi de anlattığımız bir gerçektir.
Biz, ölenin geride bıraktıklarındanız. Bize düşen, ölenden geriye ne kadar kalan olduğunu anlaşılması için, zamanın bizi sınamasını beklemek ve görmektir.Daha emanetini kara toprağa henüz vermişken, geri kalanları anlatmak için; “Bak ben/biz burdayız” manasına gelebilecek bir takım eylem ve hareketlerde bulunuruz. İşte taziye evleri, misafirlerine yedirip içirmek, ayetler, sureler ve dualar okumak, hayır hasanat yapmak, varsa mal varlığından bir kısmını hayrına fakir fukaraya dağıtmak gibisinden... Şimdi o da bitti ya! Kahrolası Korona sebebiyle, o adetler de bitti.
Gerçek şu ki, ancak “Ateş düştüğü yeri yakar” Gidenin acısını ve bırakacağı etkilerini, ancak ölenin sahipleri, geride kalanlar anlayabilir. “Ağlarsa anam ağlar” misalinden, ancak hakkıyla sahipleri ağlar, acı ve ızdırabını çeker.
Gidenlerden, o diye bahsederken, hatırasını en güzel bilenler anlatırlar ancak. “Rahmetli söyle demişti, şöyle iyiydi, şöyle hareket ederdi.Şunlara çok değer verirdi...” diyerek, rahmetlinin hayat çizgisinden kesitler sunulur.Onun hakkında, “bir takım olayların kahramanı” diye bahsedilip durulur.Artık onun hakkında her türlü iyi olan, olası hatıraları anlatmakta iyice özgür hisseder kendini.
Ölen ölmüştür. Yapılacak bir şey yoktur. Engel olmak gibi bir gücümüz, kuvvetimiz olmadığından, mutlak sona engel olmayacağımıza göre; ancak gidenin arkasından bütünüyle kalanlar, tekrar tekrar hatıralarını anlatmaktan başka çaremiz yoktur. Onunla kendimizi biraz olsun rahatlatmaya çalışırız. Onunla acı ve ızdıraplarımızı hafifletmeye çalışırız.Geride kalan sedece onun yaptıkları ve bıraktıklarıdır.
Aslında hayat, şimdi ikiye ayrılmıştır.
Onun ölümünden evvel, ölümünden sonra...
Ölümünden evvel yaptıkları ve edindikleri hayır ve sevapların varsa belki kendine refakat edebilecektir.
Ölene karşı, varsa bir hatası veya kusuru, anlatarak kendinden kaçmayı deneyecektir. Çünkü biz, onun bu dünyada geriye kalan yarı varlığıyızdır. Ona karşı vazifemizi yerine getirmek için, hatıralarını anlatarak, kâh mutlu olur, kâh hüzünlenir, ah çekeriz.
Esas olan, rahmetlinin kemikleri bile toprakta kalmamışken, onu bu dünyada ve sevdiklerinin arasında hatırlanması, yolculuğa çıktığı yolda, güvenli olan o yolun, uzak olduğundan kurtarır.Çünkü çizginin öbür yanı, ölümle ebediyete gidiş ise, bu tarafı da hatırlanma, yad edilmedir.
Esas olan ölüm, hafızada başlayan ölümdür. Unutulmasın ki, gidenin arkasından hatırlananlar, hatırlatılacak bir şeyleri varsa, bedenen uzak olsalar da bize, aramızda, içimizde, yüreğimizde yaşamaya devam edeceklerdir.
Yazıklar olsun, hatırlanabilmesi için, kendini hatırlatacak bir eser bırakmayanlara...
Ne yazık ki, mezardakilerin pişman oldukları şeyler için, maalesef dünyadakiler hep birbirlerini yiyorlar.
Kerim BAYDAK