Pazar günü ülkemizde yapılacak seçim, ilk kez olması nedeniyle bütün genel ve yerel seçimlerden çok daha önemli.
Belki bundan sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi de, en az bir genel seçim veya bir yerel seçim kadar önemli olacak…
Ama bu ilk, halkın yani cumhurun, kendi başkanını belirlemesine ne kadar önem verdiğini,
Uzun bir süredir devam eden demokratikleşmeyi ne kadar arzuladığını,
Yine uzun süredir vesayete karşı verilen mücadelenin nasıl algılandığını,
Çözüm sürecinin ne kadar kabullenildiğini göstermesi bakımından dikkate değerdir.
Bir bakıma bu seçim, eskinin muhafazası veya yeni Türkiye’nin kapılarının aralanması anlamını taşıyacak.
Türkiye’de çok farklı seçimler gördük.
Tek parti döneminde açık oy, gizli tasnife rağmen, halkın boynunun kökünde de dipçik veya namlu vardı.
Darbe dönemlerinde bu alışkanlık sürdü gitti.
Güya demokratik yapılan seçim, köye gelen askerlerin “buradan bir tane hayır oyu çıkarsa, köyünüzü yakarım” tehdidi altına yapılıyordu.
Dolayısıyla ülkemizde seçim demek, otoritenin isteğine göre oy kullanmak demekti.
Otorite de hiçbir zaman halktan yana düşünmeyen, devleti koruyan, halkı düşman bilen zorba bir yapının adıydı.
Ama bu seçim, darbe dönemlerinde halkın önüne konan sandık ve boynunun köküne dayanan namluyla yapılmıyor.
Herkes özgür iradesiyle sandığa giderek, üç adaydan birisine oy verecek.
Bir dayatma söz konusu değil, bir tehdit yok…
Sadece seçimi kazanmak isteyen tarafların ve sponsorlarının ayak oyunları var, buna da 17 Aralık’tan bu yana alıştık.
Bazı kesimler için Cumhurbaşkanlığı seçimi çok önemli.
Aslında halkın tümü için çok önemli olması lazım.
Bir kesimin bu seçime önem atfetmesindeki temel neden, “saltanatlarının” ilelebet gidecek olması.
Bu seçim, bu açıdan vesayetin son bulması, derin veya derin olmayan kirli yapıların tasfiye edilmesi anlamını taşıyor.
Bu kesimin bildiği ve engellemeye çalıştığı bir başka nokta ise cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle birlikte “yarı başkanlık” sistemine otomatikman geçilmiş olmasıdır.
Ancak, sistem olarak yarı başkanlığa geçildiği halde, Çankaya’ya çıkan ismin de buna uygun olması ve istekli olması gerekir.
Aslında, dananın bütün kuyruğunun koptuğu yer burası…
İç ve dış güçlerin, bu sistemi çalıştıracak ismin veya isimlerin Çankaya’ya çıkmasını istemiyor.
Daha kolay yönetilen, derin veya derin olmayan yapıları kolayca çalıştırabilecek mekanizma, mevcut sistemin sürmesi halinde mümkün olacak.
Bu açıdan, iki isim iç ve dış güçler için tehlike…
Bu isimin ilk elbette Recep Tayyip Erdoğan…
İkincisi ise Selahattin Demirtaş’tır…
Oy olarak pek rakamsal değerleri olmasa da, CHP ve MHP’nin dışında 12 siyasi partinin de destek verdiği, Fetullah Gülen cemaatinin ise “hayatta kalma” adına ve ölümüne destek verdiği Ekmeleddin İhsanoğlu ismi ise “mevcudun devamı” açısından iç ve dış güçler için büyük bir öneme sahip.
Pazar günü, bu açıdan sadece bir seçim yapmayacağız.
Aynı zamanda eski Türkiye’nin yeniden gelmesi veya Yeni Türkiye’nin kapılarının aralanmasının kararını da vereceğiz.
12 yıldır devam eden demokratikleşme,
Vesayet sisteminin son bulması için verilen çaba,
Terörün bitirilmesi, toplumun tüm kesimlerinin eşit statü kazanması,
Kardeşçe, bir arada yaşama mücadelesi,
Bu seçimle ya tamamlanacak ya da gerisin geriye döneceğiz.
Bu seçimle, dış güçlerin istemediği üçüncü Havalimanı, üçüncü Köprü, Metro, Kanal İstanbul ve Marmaray gibi “bugüne dek yapılan yatırımların çok üstünde” olan yatırımlar ya devam edecek ya da onların isteklerine boyun eğerek, tıpkı Gezi olaylarında olduğu gibi “bunları durdurun” emrine uyacak bir sistem gelecek.
Bu seçim, IMF’ye borçlu olmakla, borç vermenin de bir seçimidir.
Çünkü, bugüne dek IMF’ye borcu olup, ödemeyi tamamlayan ülkelerin başına ne geldiyse, bizim ülkemizin başına da onlar geldi.
Sadece ülkemizde bunu başaramadılar, halen başarmak için bir çabanın içindeler…
Kim ne yaparsa yapsın, kim hangi oyunu kurarsa kursun, kim veya kimlerin planları tıkır tıkır işlemeye çalışırsa çalışsın, bu milletin kendi kaderini tayin etme hakkı, milletin kendi elindedir ve bütün bunların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır…
Bu yazı, seçimden önceki son yazım.
Umarım 11 Ağustos Pazartesi günü, “Yeni Türkiye’nin” kapısını aralayacak bir sonuç üzerinde fikir yürütmeye başlarız.
Ve o zaman insanların kıyafetinin değil, kimliklerinin değil, renklerinin değil, dillerinin değil, din veya mezheplerinin değil, insan olmalarının her şeyin üstünde olduğu yeni, yepyeni bir döneme adım atarız…
Ve o zaman, şimdiye kadar sürdürülmeye çalışılan yalan, iftira ve karalama kampanyalarının da son bulmasıyla daha da huzurlu günlere doğru yol almaya başlarız…
Hak’tan ve halktan hayırlısı…

Tweetimden Seçmeler
Bütün kötülüklerin anası ırkçılıktır. Din, dil, renk, bölge, kent, ilçe, kabile, aşiret.. bütün zulümlerde/kötülüklerde ırkçılık ana sebeptir.