Canlılar Hâkim-i Mutlak’ ın gücü ve takdiri doğrultusunda mevcudiyet kazanmaktadır. Hiç kimsenin bunun değiştirmesi gibi bir gücü ve kuvveti yoktur. Hiç kimse biçilen ömrü ve bahşedilen özellikleri farklılaştırma gibi bir ahmaklığın içerisine giremez.
Bugüne kadar yaşamış olan hiçbir canlı istediği zaman doğma, istediği yerde doğma, istediği aileye mensup olma gibi bir şansı olmamıştır ve olamaz da. İnsanlara sorsanız elbette farklı yerlerde, faklı zamanlarda ve farklı ailelere sahip olmak istediğini beyan edecektir. Ancak nafile! Bunun yanında, içinde bulunduğu mevcut durumdan memnun olanlarda var.
Bazen insanlar, “seçme şansım olsaydı; zengin bir aile seçerdim, farklı bir anne- baba seçerdim” demeyi rahatlıkla söyleyebiliyorlar. Kadın-erkek hiç fark etmiyor. Herkes zengin olmayı, herkes eğitim durumu ve kültürü yüksek olan anne-babaya sahip olmayı, herkes bir Kanuni saltanatı sürmeyi, herkes Hz. Ömer adaleti uygulamayı, bilmem kim gibi gözde olmayı istemektedir. Kimse fakir olmayı, kimse kötü olmayı, kimse şiddet görmeyi, terörle yaşamayı, kimse gençken toprağa girmeyi, kimse fiziksel şiddete maruz kalmayı, kimse… istemez.
Toplum hayatının kendini bilmez züppeler, baba parasıyla laylaylom türünden cafcaflı bir hayat sürenler varken, diğer tarafta ekmeğe muhtaç, sıcak bir çorba boğazından geçmemiş, çaresiz, naçar insanlar yaşamaya çalışıyorlar.
Bir tarafta hayatında pisliklerin her türlüsünü tattıktan sonra; yapacakları hiçbir şey kalmayınca, işi toplu intiharlara kadar götüren zavallılar varken, diğer tarafta bir kuru ekmek de olsa, bir lokma da olsa, aldıklarını çoluk çocuğuyla paylaşan, mutlu olan, huzurlu olan insanlar var.
Her şeyi olağan haliyle kabul edecek olursan, mutlu ve huzurlu olamaman mümkün değil. Çünkü insan her şeyde bir mutluluk payı çıkarmasını bilecek düzey ve kararlılıktadır.
Hayatı paylaşırken, bir lokmayı bölüşecek sevdiklerin varsa yanındaysa, değmeyin keyfine. Bu sevdiklerinle, her gün, her gece beraberken; kimi zaman acılara, kimi zaman sevinçlere, kimi hüzün denizinde boğulurken; sana can simidi olan, buna göğüs geren, her halinle kabullenen bir müessese olan ailen var. Kendi arzun ve isteğinle seçmemiş ve kabul etmemiş olsan da…
Mensubu olduğun toplum ve bir üyesi olduğun aileni sevmek ya da sevmemek kişiden kişiye değişebilir. Bu kişinin inancına, imanına, fikrine, zikrine, duygu ve düşüncesine meşrebine, mensubiyetine, çevresine, kaderle yakından ilişkine bağlıdır. Yolculuk etmekte olduğun bu mecrada, bir yuva kurmak hayli zor, ama yıkılması da bir o kadar kolaydır. Ancak unutmayalım ki; sevgi tuğlaları sağlam örülmüşse, her türlü sarsıntıya meydan okur. Çeşitli sevgi anlayışları üzerine kurulan aile yapısı muhakkak yıkılmaya mahkûmdur.
Öncelikle sevmek gerekir, saygı duymak gerekir, hoşgörü, tahammül, paylaşımcılık gerekir. Tıpkı insanın doğumluyla başlayıp, emekleme, koşma, okuma yazma, sayma… gerekir.
Aileni seçme hakkın yok; ama ailene dirlik, düzen getirme, çeşitli hassasiyetler geliştirme, olumlu-olumsuz söz, söylem ve davranışlar, eylemler düzenleme gibi bir lüksün vardır.
Yaşanan hayat içerisinde, zamanla insanlar beşer olduğundan hatalar yapması kaçınılmazdır. Önemli olan her şeye boyun eğmeden, hak ve doğru bilinen yolda ilerlemek, kendinden, hassasiyetlerinden ödün vermeden, gerekli saygı çerçevesinin dışına çıkmadan hayatını idame etmektir.
Dünyaya teşrif eden her canlının kendisine uygun olan bir aile, bir ömür seçme hakkı olduğunu bir düşünün bakalım?
O zaman ne olurdu?
Bu dünyanın hali nice olurdu?
Herhalde içinden çıkılmaz bir hal alırdı şu dünya,
Arapsaçına dönen yaşam keşmekeşi içerisinde dengesizlikler, tutarsızlıklar, karmaşalardan geçilmez olurdu sanırım. Elimizdekilerin kıymetini bilelim!
Kerim BAYDAK
[email protected]