Yine sayılara takıldığımız bir gündeyiz; Elimize bir kalem alıyoruz, çentik atıyoruz. Ölü sayısını, yaralı sayısını ve henüz kurtulamayanların sayısını... Bazısını gizliyoruz; vicdanı sızlamayanların çalıştırdığı çocuk işçiler bilinmesin isteyenler olmalı…

Facianın meydana geldiği yerde eli yüreğinde bekleyenler, polisin megafonla yapacağı anonsa kulaklarını dikiyor, yüreğini tutarak.
Soma’da “hayatları kararan” aileler, feryatlarla, için için ağlayarak çocuğunu, babasını bekliyor; ölü ya da diri.
Başka yerlerde sayılar konuşuyor, hayatları bir matematik işlemine hapsediyorlar.
Babasını kaybeden minicik yavrunun sayılarla işi olmuyor. O babasını istiyor, sağ salim çıkmasını, eve ekmek getirmesini, akşam kendisiyle oynamasını bekliyor.
Madenci eşi, kocasının faciadan sağ kurtulması için dua ediyor, ağıtlar yakıyor, feryat ediyor. Hayat arkadaşının yokluğuyla yaşayacağı yalnızlığa ek, hayatın acımasız yüzü olacak.
Çocuğunu bekleyen de aynı, kardeşini bekleyen de…
Bunlar için bütün sayılar birdir…
Kıyamet, o evde kopacaktır, diğer evlerde koptuğu gibi.
Ama bizler sayılarla uğraşırız, bir eksik olunca “acının hafifleyeceğini” sanırız, bir fazla olduğunda artığını düşündüğümüz gibi.
İnsan hayatında birle binin bir farkının olmadığını anladığımız gün, insan hayatını daha çok önemseyeceğimiz muhakkaktır.
Şimdiye kadar “önemsiyoruz” denilmesine rağmen, önemsenmediği, dünyada ve Türkiye’de yaşanan maden facialarındaki korkunç rakamlardan belli.
Kaçınılmaz kazalar da vardır, muhtemel bütün kazaları kaçınılır hale getirmek de…
Ama buna rağmen çoğunlukla ihmalin kurbanı olur ekmek parası için yerin altına inen insanlar.
Siyaha boyanırlar, kapkara kaderlerine uysun diye.
Bunun iktidarlarla, işletmelerin sahipleriyle aslında alakası yok; bakış açısıyla alakası var. İnsanı önemsemeyle, az kazanıp, çok hayat kurtarma sevdasıyla alakası var.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde de, geri kalan ülkelerde de aynı kazaların meydana gelmesi, “kazanma hırsının” bazı önlemleri aldırmadığını veya “bize bir şey olmaz” yaklaşımın ağır bastığını gösteriyor.
Ama bazı ülkeler, yaşanan büyük acılarda “artık yeter” diyerek madenlerin kapısına kilit vurdu.
Israrla devam edenlerse insanları kaybedip, birkaç gün ah vah ederek geçiştireceklerini sanıyor.
Oysa çöken maden değil, tek tek o insanların evi çöküyor, yürekleri yanıyor, hayatları kararıyor, özlemleri katmerleşiyor, ciğerleri kavruluyor.
Ölen “bir işçi” veya “bin işçi” değil, o evin direği çöküyor.
Ülkemizde 1941 yılında başlayan maden kazalarında, 3 binden fazla insanımızı kaybettik. Bu sayıdan çok fazla insan da yaralandı, sakat kaldı.
Ve o kadar insanın evi çöktü, yetim çocuklar, dul kadınlar yaşam mücadelesi verdi.
Dünyada bu sayı çok daha kabarık…
Tarihte meydana gelen en fazla ölümlü 12 maden kazasında 6 bin 811 maden işçisi hayatını kaybetti.
Bu ülkelerin başında Çin, Fransa ve Japonya geliyor.
Türkiye ise özellikle Zonguldak başta olmak üzere, madencilikle uğraşan Armutçuk, Kozlu, Amasra, Ermenek, Küre, Dursunbey ve Mustafakemalpaşa ilçelerinde meydana geldi. Bu anlayışla da gelmeye devam edecek.
Oysa İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konusu, eskiyle kıyaslanamayacak ölçüde bir duyarlılık geliştirmesi, yeni fikirlerin, yani bakış açılarının yaşanan kazaları ve kayıpları en aza indirmesi veya tümden sonlandırması beklenirken, zihniyet değişimi yaşanmadığından artarak devam ediyor.
İşletmelerin kontrolü, firmaların kendi çalışanını koruma çabaları sürekli sorgulanması gereken konuların başında geliyor.
İşçinin sadece bir çalışan olmadığı, bir insan olduğunu anlamak, ona göre bir tek kişinin dahi burnunun kanamaması için tedbirleri en üst seviyede tutmak gerekiyor.
Özellikle elektrik aksamları başta olmak üzere sürekli yenilenen aletlerin, kazaya sebebiyet vermesinin engellenmesi de gerekiyor.
Bu da elbette düzenli kontrollerle ve hiç kimseyi kayırmadan yapılması gerekiyor.
Sanırım, bütün sorun da burada.
Kararmış kalpler göz yummaya, siyah, ölüm kusmaya devam ediyor…
***
Hayatını kaybeden bütün madencilere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. Umarım bu sayı artmaz ve umarım yaralılar evine sağ salim gider ve yine umarım ki, bir daha bu acılar yaşanmaz.
Son bir umudum ise ölümleri “siyasi malzeme” haline getirmek isteyen taşlaşmış kalplerin de yumuşamasıdır. İnsan hayatından çıkar elde etmek, en aşağılıkça iş olsa gerek.
 
Tweetimden seçmeler
Sen çizmelerini çıkar, bu tarafa at. Başımıza isabet etsin, gözlerimize değsin, kulaklarımızı sağır, dilimizi lal etsin, yüzümüz kızarsın.