Bazı kavramların ne manaya geldiğini öğrenmek için “sözlük” anlamına bakmaya gerek yok. Toplum içinde yerleşmiş bir anlayış, o kavramın ne anlama geldiğini, ne kadar önemli veya önemsiz olduğunu anlamanıza neden olabilir.

Adalet” bunlardan birisi; “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması” belki…
Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme” de adalettir, bunu gözeten de adildir…
Bir de “hakça bölüşme” var. Bunu da “Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk” şeklinde tarif ediyoruz.
Adalet deyince “Hazreti Ömer” aklımıza geliyor. Dünyaya adaleti, hayatıyla, yaşam tarzıyla, yönetim şekliyle gösteren kişi…
Tabii, adalet, dağıtana ve dağıtılana göre de değişiyor.
Ne yazık ki, ülkemizde “adaletin olduğunu” söylemek, çok da mümkün değil.
En azından kendi yaşadıklarımdan biliyorum ki, “adalet, kişiye göre değişkenlik gösteren ve daha çok güçlüyü koruyan” bir yapı olmaktan öteye gitmiyor.
Buna adalet dağıtanların dünya görüşlerini, siyasi anlayışlarını, ideolojilerini, inançlarını ve mağdura karşı garezlerini de kattığınızda işin cılkı çıkıyor. İşte o zaman yapılan operasyonun, gerçekten yolsuzluk için mi yapıldığını, bir öç alma amacı mı güttüğünü net anlayamıyorsunuz.
Hele bir de “dürüstlük” taslayan hukuk adamının Dubai tatilini öğrendiğinizde “kimin elinin kimin cebinde” olduğunu anlamaya çabalarken, bir kez daha adalet dağıtanların iyi bir vicdana sahip olması gerektiğini düşünüyorsunuz…
Daha önce anlattığım bir fıkra vardı…
Fıkra dediğime bakmayın, tarihimizde de, yaşadığımız dönemde bu tür bir adalet dağıtımına çokça rastladığımızdan “gerçeklerden sadece bir örnek” diye alabilirsiniz…
***
Zamanın birisinde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış.
Günlerden bir gün Kadı Efendi, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.
Fırının camından bakınca güveç içinde nar gibi kızarmış nefis bir ördek görmüş. Derhal içeriye girerek, “Ben bunu aldım” demiş ve hiçbir ücret ödemeden de çekip gitmiş.
Fırıncının kadıya itiraz etme şansı olmadığından, ördek sahibine ne diyeceğini düşünmek kalmış.
Biraz sonra ördeğin sahibi damlamış…
-Bizim ördek hazır mı?
Fırıncı boynunu bükerek, “uçtu!” diye cevap vermiş.
Önce ağız dalaşıyla başlayan tartışma kavgaya dönüşmüş. Çevreden gürültüyü duyanlar da fırına doğru yönelmiş.
İşte tam o sırada fırıncı, kaptığı kürekle ördek sahibinin başına vurmaya hazırlanmış ki, kavga edenleri ayırmak için davranan bir Yahudi’nin kafasına kürek iyice oturmuş, adamın bir gözü kör olmuş…
Ortalık kan içinde kalınca fırıncı korkudan kaçmış, peşinde ördek sahibi, onun peşinde de Yahudi…
Üçü peş peşe koşarken bir Ermeni’ye rastlarlar, “hele durun!” demesine kalmadan adamcağız üçünün ayakları altında ezilmiş.
Ermeni vatandaş, kendini toparlayınca o da koşmaya başlamış…
Fırıncı, birden yolun bittiğini anlayınca telaşlanmış ama yolun sonunda beliren duvardan hızlıca atlamış. Duvarın diğer tarafında hamile bir kadının üstüne düşmüş….
Bu darbeyle kadın, çocuğunu kaybetmiş…
Hemen yakınında bulunan hamile kadının kocası da koşanların peşinden gözü kara bir biçimde koşmaya başlamış.
Sayı artarak devam ediyor…
Beş kişinin deli gibi koştuğunu gören zaptiyeler, hemen duruma müdahale edip, fırıncıyı, ördek sahibini, Yahudi’yi, Ermeni’yi ve hamile kadının kocasını kadının huzuruna çıkarmışlar…
Kadı efendi, fırıncıyı karşısında görünce az önce midesine indirdiği ördek aklına gelmiş, ne kadar da güzeldi, nasıl da yemişti…
Kadı ördeğin lezzetini bir yana bırakarak işine bakmış…
Önce ördek sahibine sormuş, “derdin ne?” diye…
Adam, ördeği pişirmesi için fırına verdiğini ama almaya gittiğinde ördeğin uçtuğunu söylediğini belirterek, fırıncıdan davacı olduğunu söylemiş.
Kadı, en mülayim tavrıyla fırıncıya dönüp, “ne yaptın bu adamın ördeğini?” diye sormuş…
Zavallı fırıncı “uçtu kadı efendi” diye cevap vermiş, “sen yedin” diyecek hali yok ya…
Kadı efendi derhal “kara kaplı” kitabına bakmış, “Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar ‘uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil” diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.
Sıra bir gözünü kaybeden Yahudi’ye gelmiş…
Kadı efendi yeniden kara kaplı deftere bakarak, “Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o Müslim’in tek gözü çıkarıla...” diye fermanı bulmuş…
Davacı kararın ne manaya geldiğini anlamadığından kadıya sormuş. Kadı Efendi, “Şimdi burada iki gözü yazıyor. Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.” diye cevap verince Yahudi şikâyetinden vazgeçmiş…
Sıra hamile kadının kocasına gelmiş…
Tekrar kara kaplı defter ve tekrar ilginç bir çözüm…
Kadı efendi, “Karını fırıncıya vereceksin, yerine yeni çocuk koyacak” deyince bu defa hamile kadının kocası da şikâyetinden vazgeçmiş…
Olayı en az hasarla atlatan Ermeni’ye sıra gelince, Kadı efendi ona dönüp, “Senin şikâyetin ne?” diye sormuş…
Başından beri davayı izleyen, verdiği kararlarla şok üstüne şok yaşayan adam, ellerini açmış, “Şikâyetim yok kadı efendi, Adaletinle bin yaşa sen, e mi!” diyerek o da huzurdan ayrılmış…
***
Siz şimdi ülkemizde yolsuzluk yok mu sanıyorsunuz?
Yoksa yolsuzluk kılıfıyla İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de “öç” alınmayacağını mı?
Belki de bir savcının avanta almayacağını da düşünüyor olabilirsiniz…
Hatta sadece ceza kanunlarında yazanı değil, vicdanının sesini dinleyen hukukçuların olduğunu da düşünüyor olabilirsiniz…
Bu ülkede büyük götürene ses eden olmadığını, bir dilim baklava, bir parça ekmek çalanın ömrünü kodeslerde geçirdiğine de inanmışsınızdır…
Uludere’de meydana gelen bombalamada 34 kişinin neden öldürüldüğünü takip eden yargının, takip etmekte zorlandığı anda “takipsizlik” kararı vermesinden daha doğalının olmayacağını da düşünebilirsiniz.
Siz aslında adalete inanmıyorsunuz ama adil bir yargılama özlemi içindesiniz…
Ben de öyleyim ama şimdiye dek rastladığım bir dava olmadı. Eğer varsa haberim olsun, not edeceğim…
 
Tweetimden seçmeler
Özellikle siyasette "ahlaklı" bir duruş sergilemek herkesin harcı değilmiş, bir kez daha anladım.