Diyarbakır- Bir zamanlar bu ve buna benzer sloganlar çok atılırdı, IMF’yi düşman bellemek, sağ ve solun olmazsa olmaz karşı çıkışıydı. Herkes IMF’ye karşıydı ama her gelen iktidar da el açmaktan geri durmuyordu.
Babası hayrına tek kuruş ödemeyen IMF, verdiği paranın nerelerde harcanacağını ve nerelerde harcanmayacağını da dikte ediyordu.
Tam 52 yıldır IMF’ye el açıyorduk.
Bazen bütçeyi kapatmaya yarıyordu, bazen yoksulluğu önleyecek projelere.
Silah alınmıyordu, yatırım yapılmıyordu, büyüme sağlanmıyordu.
Hemencecik harcanacak alanlara verilirdi gıdım gıdım krediler..
Borç yiğidin kamçısıydı ama alacaklı da IMF’ydi.
Kontrole gelirlerdi…
Hesap sorarlardı…
Nerelerde harcandığını, bütçenin bu borcu ödemeye gücünün yetip yetmeyeceğini test ederlerdi.
Öncesinde de gelirlerdi, sonrasında da.
Ara taksitlerde ziyaretleri daha sıktı.
Bürokratlar, bakanlar, hatta başbakanlar icra direktörü veya uzmanların karşısında el pençe dururdu.
Paranın sahibiydi, dolayısıyla borusu öten onlardı.
İyi ağırlanırlardı.
Hizmette kusur edilmezdi.
Onları üzecek tek kelime edilmez, atılan ters manşetler adına da özür dileyenler olurdu.
Kolay değildi, bir defa vermezse bütçe allak bullak olacaktı.
İşleyen faizler nedeniyle sürekli büyüyen borç yükü, yeni alınanla hafifletilmez, geçiştirilirdi.
Tıpkı bizim millet…
Önce bankalardan kredi çekeriz…
Üstüne tamamı ödenmiş sermaye gibi kredi kartını kullanırız.
Ödeme günlerini asgarisiyle geçiştiririz.
Sonra tıkanınca bir başka krediyle krediyi öderiz.
Son çare tefecinin eline düşmektir.
Ve işte bitiş notası da tefecidir.
İşte ülkenin son çaresi de hep IMF’ydi.
Ayemef diye okunurdu.
Ama tercümesi kan emiciydi.
Bazı liderler kabadayılık ederdi; IMF’ye el açmayacağız deyu ferman buyururdu…
Bu efelik çok kısa sürerdi.
Tıpış tıpış başvurulacak kapı gibiydi.
Terslenmeye, küçümsenmeye, hakarete, aşağılanmaya rağmen.
Sadece ülkemiz değildi IMF kapısında bekleyen ülke.
Üçüncü dünya ülkelerinin tamamı, geleceklerini ipotek altına almıştı
Liderler kuklaydı.
Neyi nasıl harcayacağını belirleyen kurul vardı.
Gelirler, talimat verirler ve giderlerdi.
Talimatı alan “bağımsız hükümet” ise harfiyen uygulamaktan imtina etmezdi.
Sıkı para politikası uygulanırdı, cezasını çeken milletti.
Acı reçeteler yayınlanırdı, zehir diye içen milletti.
Çünkü IMF kontrole geldiğinde, tuttukları not sonrası çizdikleri yol haritası böyleydi.
Sıkıysa uygulanmayaydı, sıkı para politikası…
Beceriksiz yönetimlerin cezasını çekerdi millet.
Bütçeyi idare edemeyen hükümetlerin cezasını halk öderdi.
Onların tuzu her daim kuruydu.
Maaşları ödenirdi, yollukları alınırdı, cebe attıkları varsa atarlardı, ihalelere fesat da karıştırırlardı, bir tutam çay atıp içerlerdi de…
Beceremeyen onlardı, acı reçeteyi dozuyla kullanmak bizeydi.
Ve böylece tam elli iki yıl geçti.
AK Parti hükümeti “IMF’den borç almayacağız” dediğinde pek inanmamıştık.
Hatta “IMF bizden kredi istiyor” dediğinde gülüp geçecek haldeydik. Zira biz, ancak cebimize bakabiliyorduk ve cebimiz, kredi verecek güçte değildi, tefeciye düşecek haldeydi.
Ama hükümet doğru söylemiş…
Dün itibariyle Türkiye’nin IMF’ye olan 447.1 milyon dolarlık bölümü ödenip, “borcu yoktur” kağıdı alındı.
Ülke için, hükümet için, millet için tarihi bir gündür elbet…
Ama ben ve benim gibi herkes, cebindekiyle ilgilenebilir.
Aldığı maaş ve karşılığındaki borçları…
Ülkeyi IMF’den kurtarmak, gerçekten takdir edilecek bir yönetimdir.
Ama asıl takdir edilecek, milleti ağır vergi yükünden, bankaların fahiş faizlerinden ve kan emici tefecilerden kurtarmaktır
IMF’den sonra sıra ona gelecekse ne ala, aksindeyse iyi ettiniz, hoş ettiniz ya “Ülkemden defol bankalar ve tefeciler” demeye başlayacağız.
 
Twitimden Seçmeler
Emeğe saygısı olmayanın, diğer bütün alanlarda saygılı görünmesi yapmacıktır.
www.naifkarabatak.net