Ülkemizde şimdiye dek üç çeşit cumhurbaşkanı profili gördük. Bunu ismen tarif edersek; Mustafa Kemal Atatürk, Fahri Korutürk ve Turgut Özal-Abdullah Gül profilidir. Bu üç profilden ilki, aynı zamanda cumhuriyetin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olma özelliğiyle de en önemli örnektir. Üç farklı cumhurbaşkanı profilinden ilki olan Mustafa Kemal Atatürk, her şeye müdahil olan, mecliste ve hükümette etkin isimdi. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine geçişteki -hatasıyla sevabıyla- bütün değişim ve dönüşümlerin mimarıydı. Bu açıdan alışageldiğimiz cumhurbaşkanı profilinden çok başka, hatta bambaşkaydı. Bugün, “yarı başkanlık” veya “tam başkanlık” sistemine karşı çıkan Kemalistlerin, Atatürk’ün nasıl bir cumhurbaşkanlığı yaptığını bilmediklerini sanmıyorum. Sadece kendilerinden başka herkesi “aptal” sanacak kadar sivri akıllılar o kadar. İkincisi Fahri Korutürk profiliydi ki, bunda da sadece resmi günlerde “yazılı demeç” veren ve bayram törenine katılarak fötr şapkasıyla halkı selamlayandı… Üçüncüsü ise merhum Turgut Özal ve halen bu görevi yürüten Abdullah Gül… Bu ikisi de, cumhurbaşkanlığı görevini “etkin” kullanma adına ve halka “sıcak mesajlar” verme konusunda diğerlerinden çok ama çok farklıydı. Ancak bu ikisi de, tıpkı Fahri Korutürk gibi “onay makamı” olma dışında etkin bir görevi görülmedi. Ama bu defa farklı… Birincisi öncelikle cumhurbaşkanı, halk tarafından ve ilk kez seçilecek. Vesayetçilerin belirlediği isim, milletvekillerine dikte edilerek, hatta ablukaya alınarak seçtirilmeyecek. Bütün parti liderleri bir yerde toplanarak, tehdit edilmeyecek. Halk, sandığa gidecek, özgür iradesiyle üç adaydan birisine oy verecek. Ancak, halk, sandığa giderken, hangi adaya neden oy verdiğini de bilmek ister. İşte propaganda süreci, halkın tercihlerini etkilemede önemli bir süreç olarak görülür. Bu süreci lehine kullananlar olduğu gibi, aleyhine kullananlar da var. Lehine kullanan Erdoğan ev Demirtaş gözüküyor. Gün geçtikçe aleyhine kullanan ise Mısır’dan getirilen ve tıpkı olağanüstü dönemlerdeki gibi parti genel başkanlarına “bunu seçeceksiniz” dayatmasına benzer bir süreçmiş gibi gözüküyor/gösteriliyor. Süreç ilerledikçe aleyhine işlemesine destek de veriyor. İstiklal Marşına Çanakkale Marşı demesi, olmayan ülkelerle dostluğu, ülkeyi tanımaması, bölgeleri bilmemesi, gaf üstüne gaf yapması, kendisine destek verenleri bile şok ediyor. Hatta dinle ilgili akıl almaz yanlışlıkları, inanç ve fikir olarak da nereye konulacağı konusunda da tereddüt yaşatıyor. Bütün bunlara rağmen, propaganda süreci, adayların nasıl bir cumhurbaşkanlığı düşlediklerini de gözler önüne seriyor. Sadece adayların değil, adaylara destek evrenlerin görüşü de, 11 Ağustos sonrasının resmini çizmeye yarayacak kadar önemli ipuçları veriyor. Herkesin hem fikir olduğu, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “alışılagelen” şekilde cumhurbaşkanlığı yapmayacağıdır. Hem 12 yıllık başbakanlığı, hem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, hem de kişiliği itibariyle “yetkisini tam kullanan” ve asla “yetki devrinde” bulunmayan bir isim. Kendi adına birileri makamı kullanmayacak, kendi adına birileri başkomutanlık koltuğuna oturmayacak ve belki darbe yapmaya da kalkamayacak. BDP ve HDP çizgisinden gelen Selahattin Demirtaş’ın seçilmesi durumunda, daha çok Kürtler, azınlıklar ve ezilenlerle ilgili farklı bir bakış açısı yakalayacağı muhakkak. Bu bakış açısı da, bugüne kadarki bütün cumhurbaşkanlarından farklılığını ortaya koyacak. Ama AK Parti genel başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi halinde ise çok farklı bir cumhurbaşkanlığı, farklı bir iktidar ve farklı bir ülkeye kavuşacağız. Erdoğan’la birlikte 12 yıl önce ülkede başlayan değişim ve dönüşümün katlanarak sürmesinin yolu açılacak. Demokratikleşmede atılan adımlar, kalıcı hale gelebilecek. Demokrasinin tüm kurum ve kuruluşlarda yerleşmesine neden olacak. Çözüm sürecinde, yatırımlarda, istihdamda, kısaca hayatın her alanında farklılıklarla karşılaşacağımız gibi, bütün vesayet sistemlerinin de tarihin çöplüğüne gömülmesine neden olacak. Ve aslında en büyük etkisi, dış dünyada kendisini hissettirecek, mazlumlar kendisini çok daha güvende hissedebilecek. Ama ezkaza tam tamına 14 farklı görüşten siyasi partiler ile Fetullah Gülen cemaatinin destek verdiği, Mısır’dan gelen, Türkiye’yi ve Türkiye’de yaşayanları tanımayan, 90 yıldır kanayan yaraları bilmeyen Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçilmesi halinde nasıl bir döneme gireceğimiz de merak konusu… İhsanoğlu, Abdullah Gül gibi olamaz.. Merhum Turgut Özal gibi de olması mümkün değil. Gani Mustafa kemal Atatürk gibi hiç değil… Peki kim gibi olacak dersiniz, kanımca yaşının ve enerjisinin elverdiği ölçüde Fahri Korutürk kadar bir cumhurbaşkanı olabilir; yazılı demeç verir, geleni onaylar, bir de şapkasını çıkararak bayramlarda halkı selamlar… 14 siyasi parti ve bir cemaatin değişen, dönüşen ve yarınlara hazırlanan ülkeye reva gördükleri, 1980 öncesi bir cumhurbaşkanı profili mi? Tweetimden seçmeler Bazı kentlerde, büyük ümitlerle gelen siyasi ve yöneticilerin, küçücük başarıları bile olmadan görev süresini tamamlamaları ne garip!