Her sabah gazetelerde köşe yazanların değişmez alışkanlığı, rakip bildiği veya karşı takımda duranların ne yazdığına bakarak, cevap yetiştirmek olmalı. Ancak bunda çok da başarılı olduklarını sanmıyorum.
Ara sıra ben de böyle yapmak istemişim ama doğrusu hiçbir zaman da bunda başarılı olduğum söylenemez.
Böyle zamanlarda, gazetelerin internet sitelerine girerek, hükümete yakın ve hükümete karşı olan yazarların ne yazdığına üstün körü bakıyorum.
Her yazarın kendi durduğu yere göre yazdığını artık iyice bildiğimden, aksinin olup olmadığını bir kez daha görmem gerekiyor.
Diyelim Hürriyet Gazetesinde yazan bir yazarsınız, asla hükümeti öven bir yazının çıktığına şahitlik edemezsiniz. Tabii istisna, patronun hükümetle ara bulmaya çalıştığı zamanlardaki ricasına göre değişiyor.
Veya Sabah gazetesinde bir yazarın hükümeti eleştirdiğini göremezsiniz.
İlla eleştirmek için yazı kaleme alsın demiyorum veya illa hükümetin yanında olmak için de kendi kendini yormasın.
Konu neyse sadece ona odaklansın.
Mesela bir yatırım mı yapılıyor; bu iyi mi, kötü mü, onu anlatsın.
Bu yatırımdan veya bu adımdan veya bu yasal değişiklikten vatandaşın olumlu veya olumsuz etkileneceğini söylesin, yeterli.
Ama öyle olmuyor, ne yazık ki, istisnası bile yok.
Hükümete yakın gazetelerde yazanlar, asla “yanlış” göremiyor. Hükümete karşı olan yazarlarsa asla “doğru” göremiyor.
Böylece her iki tarafta da bir gözü kör olan yazarlar, bütün duyuları görüyormuş gibi bizlere ahkâm kesiyor.
Sadece ahkâm kesmekle kalmıyor, sevgisini veya nefretini de bizim paylaşmamız için ellerinden geleni yapmaktan çekinmiyorlar.
Tehdit edenler bile çıkıyor, sırtını dayadığı yere güvenerek…
Sonra sadece hükümetin eyleminden veya söyleminden hareketle yorum yapmıyorlar.
Bir başka muhalefet partisi, bir başka STK veya herhangi bir terör örgütünün eylem ve söylemini de, hatta başka bir ülkenin attığı planlı-plansız adımını da “durduğu yeri” unutmadan kaleme alarak, cenge çıkıyorlar.
Eğer yazarın durduğu yer, hükümetin karşısındaysa, konu edindiği eylem veya söylem kime ait olursa olsun, hükümete yarayıp, yaramadığına bakıyor ve ona göre kılıcını kuşanıyor, zırhını takıyor, gardını alıyor.
Eğer durduğu yer, hükümetin yanındaysa, bu defa eylem ve söylemin kimden geldiğine bakmadan, tıpkı hükümetin karşısında olan yazar gibi kılıcını kuşanıp, zırhını giyinerek, gardını alıyor ve adeta bir cengâver gibi kendisini meydan muharebesinin tam ortasına atıyor.
Okur ise hangi gazeteyi okuyorsa, hayata o pencereden bakıyor ve diğer pencereden asla haberdar olamıyor.
İki gazeteyi okusa da durum değişmiyor, yüzlerce yazarı tek tek okusa, dikkatle satır aralarını incelese, kelimeleri veya cümlelerin altını çizse de bir amaca ulaşamıyor.
Çünkü iki taraf da bir şeyleri gizliyor, bir şeyleri de büyütüyor.
Birinin gizlediğini diğerinde bulamıyorsun, anlaşılmıyor.
Birinin büyüttüğünü, diğeri savunamıyor ve dolayısıyla hep bir şeyler eksik kalıyor.
Ancak iki tarafın da vazgeçemediği tek şey “dürüst” olmalarıdır.
Sadece ama sadece doğruyu yazmalarıdır.
Vicdanı asla bir kenara bırakmamalarıdır mesela…
Objektif olmalarıdır, her iki tarafın yazarlarının en önemli özelliği…
Bir de elbette korkusuz olmalarıdır, hak ve hukuk kendilerinden yanadır. Gerçi birine göre hükümet adaleti eline almıştır, diğerinde paraleller veya başka güç odakları…
Ama sonuçta iki taraf da adalete inanır, biraz ürkse de, tereddüt etse de…
Her iki tarafın, diğer tarafı tarifi de evlere şenliktir.
Trollerdir hükümete yakın olanlar, yandaştır, belki Candaş, belki kandaş…
Bir diğer taraf terör örgütünün güdümündedir, muhalefet partisinin beslemesidir, servet sahiplerinin kiralık kalemleridir.
Uzaktan baktığınızda iki taraftan da hoşnut kalmaz, haz edemezsiniz.
Ama tek tek baktığınızda bir kahramanın yazısıyla hayatınıza yön verdiğinizi sanırsınız.
Doğru ya, az daha ipin ucunu kaçıracak, haklı veya haksız olduğuna inanacaktınız. İyi ki, araştırmacı, karıştırmacı, gazeteci ve yazar üstadın ufuk açan, fener gibi yolunuza ışık tutan, size yeni bir bakış açısı katan yazısını okudunuz da, paçayı son anda sıyırdınız.
***
İşte bu nedenledir ki, yıllardır “çentik attığım” çok sayıda yazarı okumuyorum. Ne yazdıkları hiç umurumda değil. Hangi olaya, hangi pencereden baktıkları, benim kaçırdığım neyi yakaladıklarını da umursamıyorum. Onların ne düşündüğü, kafalarının arkasında ne planladıkları, karnında neyi gizledikleriyle de ilgilenmiyorum. Zira ne derlerse desinler, ne düşünürlerse düşünsünler, bunun kendilerine ait bir düşünce yapısı olmadığından adım gibi eminim. O oyuna gelip de ne yapacağım?
Çünkü ben, yazarların yazdıkları yazıyı, yüreklerinden yazmasından yanayım. Birilerinin beynine doldurdukları, eline tutuşturdukları, makam ve mevkiiyle motive ettikleri, paraya boğarak yazdırdıklarına değil…
Yazarların durduğu yere göre değil, olduğu gibi yazmasından yanayım.
Ama ne yazık ki, “bol maaş alan, yüksek gelir elde eden” bu yazarlar, maaşının hakkını da gerçekten çok iyi veriyorlar…
Bu yazıma bazı meslektaşlarımın kızacağını da biliyorum ama onlarla meslektaş olmak, benim suçum değil ki…
Tweetimden seçmeler
Geçer akçe yalakalıksa, eğitim almaya, kendini geliştirmeye, fark oluşturmaya ve en önemlisi dürüst olmaya hiç gerek kalmıyor. Ne kadar acı!