Öyle bir acı çekeceksiniz ki, zaman kırılacak, mekan anlamını yitirecek ve siz hayatınız boyunca yaşadıklarınızı unutmayacaksınız. Oysa acıların zamanla unutulacağı söylenirdi, kırılma olmasaydı.
Bu kırılmayı ise kendi ellerimizle yaptık.
Önce demokratikleşme için adım attık.
Sonra 12 Eylül darbe anayasasının büyük bir bölümünü değiştirdik.
Ve en önemlisi yaptıkları bütün iğrençlikleri yargı dışına atarak, sorumsuz olduklarını anlatan geçici 15’inci maddeyi elbirliğiyle çöpe attık.
Bunun anlamı, darbeciler hesap verecekti.
Yargı önüne çıkacaklardı.
İnsanlara yaptıkları işkencelerin hesabını vereceklerdi.
İnsanlık dışı uygulamalar, cezasız kalmayacaktı.
Hiç kimsenin “suç işleme lüksü” olmadığı gibi, bunu sapık bir şekilde insanlar üzerinde uygulamasının da cezasının olacağını herkes görecekti.
İşkenceler, tacizler, tecavüzler, insanlara pislik yedirmeler karşılıksız kalmayacaktı. Herkes bilecekti ki, omuzundaki pırpırların, ceza almama gerekçesi olmadığını.
Yasaları çiğneyerek darbe yapıp, düşman askerinin reva görmediğini halkına reva görenlerin iğrençlikleri ortaya dökülecek ve cezasını bulacaktı.
Ama olmadı…
Önce sembolik bir yargılama oldu.
Yargılanırsam intihar ederim” diyen darbeci başı, sırça köşkünde video konferans sistemiyle ifade verdi, intihara gerek kalmadı.
Belki de “onurlarını” 11 Eylülde kışlada bırakmışlardı.
Yaptıklarını halen savunacak kadar yüzsüzlerdi.
Bugün olsa gene yaparım” diyerek, adeta meydan okuyabiliyorlardı.
Sıkardı tabi…
O eskidendi…
Ama yargılansalardı…
Yargılanamıyorlar, zaman aşımı varmış…
Kim inanacaksa.
Bu gerekçe başlı başına bir saçmalıktır.
En ufak hukuk bilgisi olan da bilir ki, zaman aşımı böylesine büyük çaplı, halkı tümden ilgilendiren, koca bir devleti ele geçirme müdahalesinde olanlar için işlemez.
Yine onları sağlama alan geçici 15’inci maddeyi çöpe atan halk, zaman aşımını yeni baştan başlattı.
Yargılama, 12 Eylül referandumuyla başladığına göre, olay henüz tazeymiş gibi yargılama yapmanın önünde en ufak bir engel yok.
Var sanılıyorsa bu hukuki bilgi yoksunluğudur.
***
12 Eylül darbesinden sonra düşman askerleri yurdu işgal edince, her kentte olduğu gibi Adıyaman’da da “işkence hane” kurdular. Buraya “Pirin Palas” derlerdi. Şimdiki Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, bir zamanlar feryatların göğe yükseldiği yerdi.
İnsanlar zulmedilirdi.
İşkence yapılırdı.
Günlerce aç ve açıkta bırakılırdı.
O süreci yaşayanların bir kısmı hayata gözlerini yumdu, bir kısmı intihar etti, bir kısmı engelli halde hayatını sürdürmek zorunda kaldı.
Ve hepsi mağdur oldu, mazlum bir şekilde yoksulluk ve yoksunlukla hayatını geçirdi.
Çoğunun hiç ama hiç suçu yoktu. Bir kısmı isim benzerliğinden, bir kısmı sadece bir siyasi görüşü desteklediğinden suçu görüldü.
Bir gün önceki yasaya göre hiçbir suçu olmayan insanlar, bir gün sonra “yasayı çiğneyerek göreve gelenlerin dağ kanunlarıyla” suçlu bulundular.
Ortada yasal bir suç yoktu, suça ceza verecek bir madde de bulunmuyordu.
Hem yargılayacak sivil bir mahkeme yoktu, hem yapılacak infazda işkence.
Ama hainler, hepsini yaptılar.
Çünkü onlar bu ülkenin askeri değildi.
Bu ülkeyi seven yürekleri yoktu.
İnsan sevgisi nedir bilmedikleri gibi, yasaları da hiçe sayacak kadar gözleri dönmüş teröristlerdi.
Halk, “bunlar yargılansın” diye yasaları değiştirdi.
Yasaları uygulayanlarsa “zaman aşımı” diye nereden başlayacaklarını bilememenin şaşkınlığını yaşıyorlar.
Söyleyeyim…
Acıdan başlayacaksınız…
Zamanı, zemini ve mekanı yok sayarak insanları mağdur edenlere karşı, zamanı durduracaksınız.
Evet” oyu verdiğimiz günden başlayacak her şey.
Eğer onlar yargılanmazsa, hainlerin sayısında her gün artış olacak…
Darbe günlükleri yeniden ortalarda dolaşacak…
Ergenekon gibi terör örgütleri güç kazanacak ve kaybeden hep biz olacağız.
 
Twitimden seçmeler
Oluşumunuz, bir şeyleri daha iyiye, daha güzele doğru değiştirme amacı gütmeli. Sizi bir yere taşıma, zengin etme amaç olmamalı.