İnsanlar, bazen kendisini öyle büyük görüyorlar  ve küçük dağları ben yarattım havasına bürünüyorlarlar ki; burunlarının önünü  bile görecek durumda değiller.Sürekli insanları suçlar ve sitemkar oluyorlar.

İnsanların eti, butu nedir ki böylesine olmadık havalara giriyorlar, anlam verebilmek çok çok zor.

Her insanın elbette bir takım beklentileri vardır. Bu bir kişi, bir grup veya bir kurum olabilir, hiç farketmez. Önemli olan; neyin, nereden, nasıl istendiğidir. İsterken, acaba ne kadar adab-ı muaşşere kuralları içerisinde hareket edilmektedir. O da ayrı sıkıntı.Âdeta bir muamma!..

Öyle ya! Herkes, herkesten herşeyi almaz, alamaz, almak gibi bir haksız, olumsuz, yersiz ve zamansız bir beklentinin ve ahmaklığının içerisine girmemesi gerekir.

İnsanlar arkasındaki  uzun kuyrukları nispetinde bir takım taleplerde bulunup, haksızlığa uğradıklarını düşünerek anlamsız, tutarsız ve dengesiz tavırlar segilememeleri gerekir.

Herkes istediği şekilde meydanda at oynatmaya çalışamaz. Herkese, hak ettiği şekilde hakkı verilir. İstisnalar elbette olacaktır.

Meydanda rastgele oluşacak  manevralarda –af buyurun ama- “ at izleri ve it izleri” birbirine karışır. Muallak olan cüretkar istek ve taleplerde her şey bir muamma halini alır, “kimin eli kimin cebinde”, “kim kimin kuyruğuna yapışmış”,  bilinmez. Kimi zaman aslan, kediye boğdurulur.Kim zaman çakallar kendini arslan zanneder ya!...

Elindeki imkânları ve mevcut pozisyonlarını şahsî emellerini tatmin etmek uğruna, şeytanî vesveselerle nefsini memnun etmek için kullanmaz, kullanmaması gerekir.Böylesi bir tavır, hem etik olmamakta, hem de beşeri hukuk sistemlerinde pek tasvip edilmez.

Her insanın kendine göre, koruyup, kolladığı bir takım özellikleri vardır.Kişilerin sosyal durumları ne olursa olsun, bunu  doyumsuz beklentilerini karşılamak  için  değirmen misali kullandığı sürece, toplumda, yüzsüz olur, itimat edilmez ve güvenirlikten uzak olur.

Kişisel yetkilerini ve çeşitli çevresel faktörleri kullanarak bazı insanların yerlerine göz dikerek, sahiplenmek iç güdüsü, öyle geçiştirilecek bir davranış ve yaşayış biçimi değildir. Sonuçta, hüsran, sonuçta üzüntü, sonuçta aile nafakasının yetersiz olması gibi bir durum, sonuçta insanlar arasında sevgi, saygı, hürmet gibi değerlerin yok olmasına, yalnızlığa ve tükenmişliğe sebep olur.

İnsan, kalabalık bir nüfusa, hatırı sayılır bir nüfuza sahip olabilir, hatta koca, iri yarı bir cüsseye, her şeyi bildiğini düşünen sivri bir zekaya da sahip olabilir; ama  bu ona her istediğini talep etme ve yerine getirmesini isteme hakkı vermez.Aksi takdirde her şey cadı kazanına döner.

Her kademeye gelen, her koltuğu işgal eden, her mevki ve makamı sahiplenen, çeşitli iş ve işyerlerini işgal eden kişi/kişiler işin ehli olmayabilir.Bu her zaman olmuştur .Kritik yerlere ve yöneticilik sıfatını alacak kişilerde, belli başlı vasıfların olması gerekir.Bu vasıflara sahip olanlar, belki “ince eleyip, sık sık dokuyarak” bir takdir yetkisi kullanılıyordur eminim. Her şey insanın alnında yazılmadığı gibi, her insanın o an ki duruma göre; aynı kriterlerde devam ettireceği de düşünülemez. Zaman zaman zaaflar dikkatsizce kullanılarak bazı istismarlar olmaktadır. Bundan sonra da hep olacaktır.

Ah şu insanlar, neden hep böyledirler?..

Afakî, doyumsuz, izansız...

Toplum, bu tür insanlara karşı koruyucu özellik arzaden bir takım kriterleri ve sosyal iç dinamikleri mevcuttur.Sosyalleşmek adına olup, yazılı, sözlü bir takım sorumluluklar, yapılması gerekenler ve müeyyideleri mevcuttur.

Çevremizde her an rastlayabileceğimız bu türden insanları, toplum, mevcut iç dinamikleri içerisinde eritecek, yoğuracak ve şekillendirecektir.

Buna inanmak, güvenmek ve ona göre kendine çeki düzen vermek gerekir.

Çünkü biz, canlıların en şereflisi olan insanız!...

Kerim BAYDAK

[email protected]