Türkiye Büyük Millet Meclisinde 10 gün sürecek bütçe maratonu başlıyor. Meclisi dışarıdan takip edenler, on gün boyunca devletin bütçesinin belirlendiğini, 2014 yılında kime ne verileceği, hangi alanlarda yatırım yapılacağı, hangi vergilerin ümüğümüzü sıkacağının tartışılacağını sanır.
Maraton boyunca yoksulluktan beli bükülen, mutfakta tenceresi kaynamayan, işsizlikten bunalıma giren, ay sonunu getiremeye çalışanın gündeme getirileceğini sanır.
Belki kentlerine yeni yatırımların yapılacağının kararının bu on günde verileceğini düşünüp, yarınlara ümitle bakanlar da vardır.
Vergilerle başı dertte olan, aldığı maaşın çoğunluğunun devletin kasasına geri dönmesine acı acı bakan, bir cebine girmeden diğer cebinden çalınanlara yananlar da yeni vergilerle bükülecek belini düzeltmenin yolunu aramakla meşgulken bir gözü televizyonda, bir kulağı da yapılan tartışmalarda olacak.
Ama aslında bütün bunlar hiç gündeme gelmeyecek.
Bütçe onaylanarak geçecek ama tartışma çok daha başka konularda olacak.
Çünkü Bütçe Maratonu, tarihsel geçmişi nedeniyle bir güç savaşına, bir bilek güreşine ve bir söz düellosuna dönecek, her zaman olduğu gibi…
***
Bütçe Görüşmelerinin yapılacağını her duyduğumda aklıma 1980 öncesi bütçe görüşmeleri gelir.
O zaman böyle çok kanal olmadığından bir tek TRT’ye mahkûm olan siyasi partiler ve onu destekleyen insanlar vardı.
Liderlerin haberlerde görünmesi saniyelerle sınırlıydı.
Seçim dönemlerinde ise ilkokul çocukları gibi bir masaya oturtulup, dikte edilen sözleri telaffuz etmekten başka bir şey yapmazlardı.
Merhum Turgut Özal, “direk gibi durma” geleneğini yıkarak eline kalem almış, büyük bir devrim yapmıştı.
Tabi rahmetli Özal’ın kalem alması darbeden sonraki devrimdi…
Öncesinde tek kanala mahkûm ve yasanın belirlediği süreye sıkı sıkıya bağlı, alternatifi olmayan, dediği dedik, öttürdüğü düdük olan bir kanalımız vardı.
Moskova Devlet Televizyonu kadar resmi görüşe bağlıydı, laikti, Atatürkçüydü, hatta Kemalist’ti…
TRT, devletin televizyonuydu ve iktidara göre şekillenemezdi.
Öyle katı kuralları, öyle bir anlayışı vardı ki, sanırsınız iktidarda tek parti zihniyeti hâkim...
Bu süreçte Bütçe Görüşmeleri, siyasi partiler ve onların taraftarları için gökte ararken, yerde buldukları bir fırsattı.
O zaman bu fırsatı iyi değerlendirmek lazımdı.
Her fikrin ağırlık kazandığı kahvehaneler, çay ocakları taraftarlarıyla dolardı…
Yayın organlarında hangi liderin, hangi saatte çıkacağı küçük puntolarla yazılır, gazetenin desteklediği liderin konuşma saati ise manşetten verilirdi.
Hatta yerelde belediyeler, kendi liderlerini belediye hoparlörlerinden anons bile ederlerdi; “Genel Başkanımız, saat 15.00’de mecliste hitap edecektir” diye…
Ve bütçe görüşmeleri başlardı…
TRT, görüşmelerin başını, liderlerin konuşmalarını ve sonunu canlı verir, aradakiler kaynayıp giderdi.
Halk, bütçenin ne olduğunu, yeni yılda neler getirip, neler götüreceğini, sırtlarına binecek yeni vergileri, alacakları üç kuruş zamma karşılık gelecek yığınla zamları tartışamaz, öğrenemez, asla haberdar olamazdı.
Onun için önemli olan liderinin ekranda uzun süre gözükecek olmasıydı.
Ve tabi ki “nasıl mort etti ama” diye diğer partililere yapacağı şişinmeydi…
Böyle bir zaman dilimiydi…
Ve sanırım darbeden hemen önceki bütçe görüşmesi…
Merhum Necmettin Erbakan’ın konuşma sırası gelmiş, çay ocağı da tıka basa doluydu.
İçeridekiler genellikle Milli Selamet Partisini destekleyenlerle dolu, çevre esnafından gelen az sayıda Doğru Yol Partisi taraftarı da vardı ama hiç Cumhuriyet Halk Partili yoktu.
İktidarda Doğruyol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in başbakanlığında bir azınlık hükümeti vardı.
CHP Genel Başkanı Merhum Bülent Ecevit ve MSP Genel Başkanı Merhum Necmettin Erbakan konuştu…
Çay ocağında hafif laf atmalar oldu ama ciddi bir tartışma görülmedi.
Son olarak hükümet adına Başbakan Süleyman Demirel kürsüye çıktı ve “Binaenaleyh” diyerek bütün iddiaları çürüttü.
Aslında çürüttüğü bir şey yoktu; onlar hükümeti suçlamış, o da muhalefeti suçlamış, son konuşmacı olduğundan da öne geçmişti.
Bu defa Demirel’e cevap, çay ocağının müdavimlerinden geldi.
Çayını hararetle yudumlayan fanatik Demirelci Hüseyin amca daha fazla dayanamadı ve eleştirilere ayağa kalkarak ve kükreyerek cevap verdi; “Biz sizin yalancı liderinizi dinledik, bir şey demedik, siz neden başbakanımıza laf söylüyorsunuz?” diyordu ki, daha lafı bitmeden kürsüler havada uçuştu. Kimin kime vurduğu, kimin yaralandığı belli olmadı. Bir birlerine hakaret ve küfürlerin “seviyesi” vardı elbet ama tam bir kör döğüşü olduğu da gerçekti.
Demirelci Hüseyin amca, birkaç yara darbesiyle olayı atlattı. O kargaşada bir birini yaralayanlar da vardı ama ciddi bir sıkıntı olmadı ta ki diğer bütçeye kadar diyeceğim ama değil, darbe oldu…
Şimdi siyasette aktif olan birçok kişi dayak atanlar arasındaydı.
Ben de kavgayı görünce sıvışan, daha 14 yaşında bir gençtim…
Aradan 34 yıl geçti ama Bütçe Maratonunun anlayışı, çok kanallı televizyonlara ve sınır tanımayan konuşma haklarına rağmen hiç değişmedi.
Yine bütçenin getirdiği ve götürdüklerini değil, liderlerin bir birlerini ne kadar haşat ettiklerini konuşacağız…
Tweetimden seçmeler
Cebimize gelen reklam mesajları ve aramalarından ücret alsaydık, şimdiye ülkenin refah seviyesi tavan yapardı.