Naif Karabatak

 

Çiller’e ne sorulmadı?

 

Aslında o gün de tartışılıyordu, bugün de. Bu tartışmanın ileriki tarihlerde de devam edeceğini, 28 Şubat’ı yazan herkesin, Tansu Çiller’i es geçemeyeceğine inanıyorum.

Kalemi eline alanlar, o tarihte Çiller’in “mağdur” mu, “mağdur eden” mi olduğunu sorgulayacak, kitaplar yazacak, tezler hazırlayacaklar.

Tarihi doğru yazanlar da, bunun nasıl olduğuna açıklık getirme zorunluluğu duyacaklar.

Ama dün eski Başbakan Tansu Çiller, “mağdur” sıfatıyla ifade verdi.

Belki de şimdilik…

Kim bilir belki de mağdur edenlerin tam göbeğinde yer alan isimlerden birisiydi.

Değil mi ya, Susurluk’ta kamyona çarpan çete elemanı için alelacele, büyük bir hüzünle, aynı zamanda büyük bir heyecanla meclis kürsüsüne çıkmış; “Bu millet için kurşun atan da, kurşun yiyen de” diyerek, yasadışı oluşumda yer alıp, faili belli katillerin yüreğindeki yerini açıklamıştı. Bu konuşmayı neden yaptığını, kimin yapmasını istediğini sordular mı, merak ediyorum.

O, ülkenin başbakanıydı.

Eline silah verilen “güvenlik güçlerinin” kimler olduğunu iyi biliyordu.

Polis ve askerin bile tetiğe ne şartlarda dokunması gerektiği yasalarda belliydi.

Hiçbir polis, hiçbir asker, “canım sıkıldı” deyip veya “karakaşını, kara gözünü” beğenmediği insanlara silah doğrultarak tetiğe dokunma hakkı da yoktu, böyle bir aymazlık da olamazdı.

Bir gece yarısı evinden alınan insanların nereye götürüldüğünü takip etme görevi olan başbakan, bu götürülmeyi onaylamakla kalmıyor, yüreğindeki anlamını da meclis kürsüsünde zabıtlara geçiriyordu.

Ama o tarihlerde hukuk yerine birileri guguk saatini çalıştırıyordu.

Devletin içinde çeteler vardı, aşağılıkça işler yapıyorlardı.

Hem savcı oluyor, hem hâkim konumuna geçiyor, hem de bizzat infaz ediyorlardı.

Hepsi devletin maaşlı elemanıydı ama hangi bütçeden, hangi amaçla ve hangi unvana maaş ödendiği bilinmiyordu.

Bütün bunların yanında tüm kurumların üstünde görev yapan “Batı Çalışma Grubu” vardı.

Yurdu gezerlerdi, kurumları denetlerlerdi, fırçaları çekerlerdi, paraları cebe indirirlerdi.

Haracın bini bir paraydı.

Müdür atarlar, memur sürerler, işçilerle uğraşırlar, milletin örtüsüne karışır, namazını sorgular, ibadetlerine ceza keserlerdi.

Ve Tansu Çiller, başbakan olarak meclis kürsüsünde “bir ana gibi” sahipleneceği kişiyi seçmişti; bir tetikçi…

Derin devlet adına kan döken, masum insanları öldüren, suçlu suçsuz olduğuna bakmayan, kiralık bir katili…

O zor zamanda görev almıştı.

Belki de “zor görev” ona verilmişti.

28 Şubat’ın en cafcaflı zamanı,

Tankların Sincan’da yürüdüğü,

Yerden biten “irtica”nın Ankara’nın ve İstanbul’un göbeğinde gövde gösterisi yaptığı,

Meyhaneden topladıklarını şeyh,

Bardan topladıklarını ise mürit yaptıkları bir zaman dilimiydi.

Tek amaç vardı; Merhum Necmettin Erbakan’ın başbakanlığını engellemek ve “kerhen” verilen görevi de elinden almaktı.

Çiller, can simidi gibiydi.

Erbakan’ı frenleyecek de oydu, görevi vermeyecek de, görevden el çektirecek de…

Ve dün Çiller, o dönemde yapılan hukuksuzluklar için “mağdur” sıfatıyla ifade verdi.

Belki bir karışıklık oldu, belki nabız yoklandı, belki bir şeyler deşilmeye çalışıldı.

Ve kendisine bazı belgeler gösterildi, belki de hiç yabancısı olmadığı belgeler…

Ama yanlış bir adres verdi; “O dönemin hükümeti, özellikle DYP kanadı hedef seçildi” diyerek asıl adresi de gizlemeye çalıştı.

Ama Batı Çalışma Grubunun kapsamlı bir çalışma sürdürdüğüne ikna olmuş!

Her türlü haber ve imkânın kullanılmasının birinci amaç olarak belirlendiğinden bahsetti.

Çiller, ifade çıkışında söylediği bir cümle çok dikkat çekiciydi; “Hepsinden daha önemli olan milletin mağdur edilmesidir.” dedi ve belki de ilk kez bunun farkına vardı.

Sonra “Milletin milli iradesinin ipotek altına alındığı bir süreç yaşamamış, batırılan bankalarla yaşanan krizlerle bunun acısını çekmiştir.” diyerek de millete vurulan darbenin ekonomik boyutuna da dikkat çekti.

Ve en önemlisi…

Hiç olmaması gerekeni…

Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” yazan mecliste, millet adına görev yapan vekillere ikna odaları kurulduğunu, medyanın hedef seçildiğini söyledi.

O vekiller, aldıkları emaneti iade etme durumundalar…

Kimler, neyi dayattı, o dayatmayla neler yapıldı?

Medya ise -birazcık onuru kalmışsa- hangi haberleri manipüle ettiğini, zorla yaptırılan veya siparişle sayfalarına dizilen haberleri, satılan kalemleri de açıklamak zorundalar…

Bir dönemi yargılayacaksanız, “mağdur” diye peşinen “masum” göstermeyeceksiniz.

Sahi, Tansu Çiller mağdur edilen miydi, mağdur eden miydi?

 

Twitimden seçmeler

Bir gün bu Adıyaman`dan çıkacağım. O gün arkama bile bakmayacağım. Bütün küçük hesaplar, kısır çekişmeler ve ucuz siyaset orada öyle kalacak!

www.twitter.com/naifkarabatak