...
Yaklaşık 6 km’lik yol kısa gibi görünse de, zor ve yorucu bir yolculuktan sonra artık Çupur ( Çupırê) yaylasındaki bir kaç pınardan birinin başındaydık. Pınarın başında Hasari adındaki tanıdık bir arkadaşımız ve yakın akrabası bir beyle birlikte ailece oturuyorlardı. Selâm, merhaba ve kısa bir sohbetten sonra; “biz de pikniğe ve dinlenmeye geldik, nerede oturabiliriz?” deyince; “vallahi üst tarafta da pınarlar var, ama siz en iyisi şu alttaki pınarın başına gidin” dedi.
Hasari ve diğer akrabasıyla ailesini orada görmek, bize biraz güven verdi. İçimiz daha rahat etmişti. Hem korkularımız, hem endişe ve kaygılarımız sonlanmıştı. Piknik malzemelerimizi alarak yoldan sapıp, bahçenin içindeki pınarın başına gittik.50 cc. borudan akan buz gibi bir suyun başındaydık. Etrafımız ağaçlarla dolu olduğundan, güneşi çok zor görüyorduk.
Dağlar arasındaki bu platonik ve egzotik ortamdaki dağlar arasında tek olan ve ağaçlarla dolu bu bahçede, kavurucu sıcaklardan korunmak bir yana, doğrusu üşüyorduk diyebilirim.
Bahçede neler yoktu ki… Öncelikle kocaman gövdeli göklere yükselen ceviz ağaçları, yaban kış armutları, yaban erikleri, tut ağaçları, envayi çeşit kurumuş bitki ve ot çeşitleri…
Karnımızı doyurmadan önce bu muhteşem ortamda bir çay içmenin keyfini çıkarmak için semavarımızın ateşini yaktık. Bir, iki üç… hepimiz kaç çay içtik bilemiyorum. Burada çay içmenin zevki bir başka oluyordu.
Izgarada pişen etimiz hazırlandığında, Hasari ve akrabası olan beyi de çağırdık. Koyu bir sohbet eşliğinde afiyetle yemeğimizi yedik.
Bu bahçenin kendilerine ait olduğunu söyleyen beyefendi, meyvelerden yiyebileceğimizi, rahat davranmamızı söylüyordu. Konuşmasına devem eden beyefendi; “bize ait olan ve 5 evden oluşan bu yayladan, yıllar önce çıkmak zorunda kaldık. Kendi isteğimiz dışında çıkmak zorunda bırakıldığımız bu yayladan, ancak günü birlik gelip gidebiliyoruz. Tabi başında olmadığımız bir bahçenin hali nasıl olur tahmin edersiniz. Anlayacağınız biz yapıyoruz, bakıyoruz, hazırlıyoruz, başkaları faydalanıyor ve yiyorlar. Helalı hoş olsun, hiçbir zaman neden yapıyorlar demedik; ama her zaman gözümüz geride kalmıştır. Büyüdüğümüz bu yerlerde kalabilmek en büyük isteğimizdi. Sulama, biçme, toplama gibi bir takım bahçe işlerini yeterince yapamıyoruz. Hem ulaşım güçlüğü, hem korunma, barınma, aydınlanma ve güvenlik sıkıntısı var. Gece burada durabilmek mümkün değil. Kurt, çakal, sırtlan, ayı gibi birçok vahşi hayvandan korunmak hayli zor oluyor. Hâlbuki eskisi gibi bize yol, elektrik, gibi imkânlar sağlansa yine buralara gelip arazi ve bahçelerimizin başında durabiliriz” diye sitem ediyordu.
Söylediklerinde haksız da sayılmazdı. Böylesine muhteşem bir yerde yaşamayı kim istemez. Hele buralarda arazilerin ve sulak olan bahçen varsa… Mevcut pınarların suyu boşa akmasın diyerek, borularla Zerban’a kadar götürülmüş, birazı da Çamlıyayla (Arî ortê ) adlı köyün tütünleri için götürülmüş. Bunu yol boyunca yapılan havalandırma borularından da anlamak mümkündü.
Bu yaylada neler yapılmaz ki? Arıcılık, büyük ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, su bol olduğu için çevrede çeşitli uygun meyve yetiştiriciliği gibi birçok şey yapılabilir. Ancak kimse olmadığı için her taraf çorak, bomboş, mevcut bahçe dışında, kayalardan başka hiçbir şey yok. Elektrik yıllardır yokmuş. Mevcut olan elektrik direkleri ve telleri ya çetin kış şartlarına direnemeyerek kırılmış ya da (eğer doğruysa) hırsızlar, hurdacılar, meçhul kişilerce telleri ve demirleri parçalanmış, elektrik tellerinin birçoğu yerlerde öylece duruyordu.
Karnımız doyup, koyu bir sohbet akabinde çaylarımızı yudumlarken; ayı ismini duyan arkadaşlarımın içerisine bir korku düştü, bir ürperti geldi. Yayla dağlar arasında olduğunda, güneş erken batmış, gün karanlık olmaya başlıyordu. Arkadaşlar bir an önce gitmek istiyorlardı. Alelacele toplanıp, aracımıza binerek, Çupur ( Çupırê) yaylasından ayrılıp,  gittiğimiz yoldan dönerek, Adıyaman’a doğru yola koyulduk.
Evet, muhterem okuyucularım!
Gerçekten bakir, keşfedilmemiş, çok harika yerlerimiz mevcut. Sizler de bir hafta sonu bu tür yerlerden birine gidebilmek için, bence dağlara doğru, havası, suyu, oksijeni bol olan bu yerlerden  birine yolculuk yapın derim. Hem farklı bir gün geçirmiş, hem temiz hava almış olur, hem de yeni, gözü, gönlü bol, yüreği zengin olan birçok insanla tanışmış olursunuz, olmaz mı? Ne dersiniz? Bence hemen haftaya bir yer belirleyin kendinize!
 
Kerim Baydak