İnsanlık tarihi boyunca, din, dil, ırk ayrımı yapılmış ve çoğu zaman bir üstünlük veya sahiplenmek sevdasına kapılarak ya da anlaşılmaz bir şekilde kin güdülerek, insanlara hayatına mal olup canları alan kanlı savaşlara imzalar atılmıştır.

Yine tarihten öğreniyoruz ki yeryüzünde, hiç bir insan, hiç bir ırk, millet, hiçbir toplum kalıcı olamamıştır. Hep çeşitli sebeplerle hasımlaşarak, birbirlerini savaşlar yüzünden yok etmişlerdir.
Zamanı durdurmak veya dur demek mümkün olmamıştır. Zaman her şeyi silip süpürmüştür. Yerler sabit olmasına ve mekân aynı, dünya aynı olmasına karşın, zaman değişmesine rağmen, yeni hayatlar, yeni milletler de yeni yüzler ve yine yeni saatler kurulup durmuştur.
Bir anlaşılmaz karmaşa ve kargaşa sürüp gitmektedir ihtiyar dünyamızda.
Bence tarih tekerrürden ibaret değil diyenler şöyle oturup bir daha düşünmeli ya da küçük bir seyahate çıkarmalı, kendi küçük işlevi büyük olan aklını ve sevgiyle dolması gerekli olan yüreğini.
Para, güç ve efendi, saygın olma, saygı görme, mevki, makam sahibi olma gibi istediği bu değerler hüküm sürdükçe, tarih hep aynı sayfayı karalar.
Kahramanlar değişir, mekân değişir ama insanlık, insanın sahip olduğu mevcut değerler ve istekler asla değişmez.
 Dünya var olduğu anda ki ilk insandan bugüne kadar sevgi hiç değişti mi? Ya da nefret! Hep aynı senaryo, hep aynı figüranlar süregelmiştir bu günümüze.
Vakti, vadesi dolanların defterleri kapanmıştır, o kadar! Fani olan bir hayatın sona ermesiyle, yepyeni bir hayatın başlangıcı olmuştur. Bir kapı kapanmıştır, ama sonsuz bir kapı ebedi olarak açılmıştır.
İnsanı insan yapan değerlerdir elbette.
Nedir bu değerler dersiniz?
Konuşuyor olmamız mı, yoksa düşünüyor, idrak ediyor ve yorumlama kabiliyetine sahip olmak mı dersiniz?
Yoksa diğer canlılardan farklı olmak mı?
Yoksa sevgi midir, saygı mıdır insan olmanın ispatı.
Zamanım öyle bir hal almış ki ve öyle gösteriyor ki bunların hiç biri değil insanın, insan olmanın karşılığı.
Acaba insanı insan yapan değerler bunlardan hangisi?
 Belki de hepsi diyeceksiniz, değil mi?
Silahlar yapıyoruz, çeşit çeşit kimyasal füzeler.
Bomba düzenekleri kuruyoruz. İnsan zehirlemek adına her şeyi üretiyoruz.
Kin ve nefret kusuyoruz gökyüzünden takatsiz ve mecalsiz çaresiz insanların üzerine ve ateş toplarından ateş püskürtüyoruz yeryüzüne ve tüm canlıların üzerine.
Filistin, Afganistan, Irak, Somali, Bosna Hersek, Mısır, Suriye… saymakla bitmez.
Sadece birkaçı bu sayılanlar.
Haksızın haklıyı, kuvvetlinin zayıfı ezdiği bir dünya yaratmışız da haberimiz yok.
Ölüm saçıyoruz, ölüme yolluyoruz dokunduğumuz her canı.
Belki sen veya ben “dokunmadık bir tek silaha bile” diyebiliriz, ama futbol maçı seyreder gibi seyrettik en heyecanlı haliyle. Sonra da şanslı insanlar olarak gördük kendimizi belki. Kim hayır diyebilir?
“Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın!” düşüncesiyle dalgalanan bayrağımıza belki bakıp şükrettik halimize. Ama her şeyden önce ölenler masumlar, ölenler mazlumlar, ölenler kimsesizler, aciz ve güçsüzler, günahsızlardır.
Peki, sıranın bize gelmeyeceği ne malum!
Garantisi var mıdır?
 Ne kadar insanız, düşündünüz mü?
 Hayvan gibi yerde, süründünüz mü?
 Dost bağına girip, göründünüz mü?
 Söyle ne yapmalı, söyle ey insan!
 
 
Kerim BAYDAK