Yaş kemale erdiğinde, vardığımız noktada, mutlak sona yaklaştığımızda anlarız eskittiklerimizi. 

 
Bazı yaşananlar, bize dünmüş gibi gelse de aslında o kadar uzun zaman geçmiştir ki aradan şöyle dönüp 
 
arkaya baktığımızda, her şey anılarda tozlanmıştır. 
 
Çoğu zaman, çoğu yerde konuşurken, hep “Eskiler bir başkaydı” diye başlarız hep cümlelerimize, 
 
derinden ahlar çeker dururuz.
 
Hani haksız da değiliz yani!
 
Aslında şu an da her şey o kadar hızlı, değişen o kadar çok şey oluyor ki; hayatımızda geçmişe 
 
özlem duymamak elde değil. 
 
Mesela, yakın bir zamana kadar televizyon kanallarımızdan sadece TRT 1 vardı.
 
Çeşitli çizgi filmlerimiz vardı. Uçan Kaz, He-Man, Şeker Kız Kenndiy... 
 
Çocukça ruh halimizle bunları izlemek için önce haberleri mecburen dinlerdik. Daha sonra işitme 
 
engellileri haberlerini izlerdik. (Bazen diyorum, acaba o zamanlar işitme engellilere daha mı çok önem 
 
veriliyordu?) 
 
Eskiden pantolonlarımız lastikliydi. Şalvara benzerdi. Ayakkabılarımız Zile lâstiklerdi. 
 
Haa!! Unutmadan kumanda daha icat edilmediğinden, televizyonumuzun kumandası evimizin en 
 
küçüğüydü. Yani bizlerdik.
 
 Eskiden çat kapı gelen misafirlerimiz olurdu. Tabi daha çok televizyon seyretmeye gelirlerdi. Her 
 
yerde, herkesin evinde yoktu. Onlarla beraber çaylar içilir, çerezler yenirdi. Ne kadar da tatlı bir ortam 
 
“Komşuda pişen, bize de düşer” hesabı, herkes yapılanlardan faydalanırdı. Mesela, Osman’ın 
 
bisikleti vardı, hepimizin varmış gibi binerdik. 
 
En sevdiğim, bayramlarda kapısını çaldığımız evlerden ceplerimizi dolduran şekerlerimiz olurdu. 
 
Yüzümüzdeki sevinçleri görenlerin yüzünde açan güller. O zaman ki bayram şekerlerimiz daha tatlıydı, 
 
 Büyükleri ziyaret bir meziyet, komşuya gitmek büyük mutluluktu. Hele o erken yatmamız için 
 
anlatılan hayalet masalları yok muydu?.. 
 
Her gelen misafir kabul edilir, hemen içeriye buyur edilirdi. Allah ne verdiyse, yenilir, içilirdi.
 
Evlerimiz tek katlı, betonlaşma daha azdı, ormanlarımız daha çoktu. Çelik çomaklarımız, 
 
çamurdan arabalarımız, cam misket niyetine mazılarımız, bez toplarımız vs.vs. vardı.
 
Okulda, Öğretmenlerimizi hep amcamız gibi görür, hele Okul Müdürünü hep okulun sahibi diye 
 
Dizi filimlerden Köle Isaura da ağlayacak kadar duygusal, anlamasak da Kemal SUNAL’la hep 
 
beraber gülerdik. Akşam vakti televizyonumuzdan evimize giren uzaylılarla dost, sadece sivri kulakları 
 
uzun olan MS SPAK bizden farklıydı. Müzik setlerimiz kocaman, elle ayarlanabilen pikaplardı. Bozuk 
 
akustiğiyle Yüksel ÖZKASAP’lar, Yıldırım BEKÇİ’ler, Zeki MÜREN’ler, Müzeyyen SENER’ler 
 
Günümüzde, yaşayışımızda bunlar sadece hatırlayabildiklerim. 
 
Şimdi düşünüyorum da eskiyen biz miyiz, yoksa hatıralar mı bilinmez. 
 
Belki bir Osman’ın bisikletini, kaybettiğimiz büyüklerimizi, yitip giden değerlerimizi, bir Zeki 
 
MÜREN’i, bir Kemal SUNAL’ı geri getiremeyiz. Fakat bunları paylaştığımız sevgimizi, saygımızı, en 
 
önemlisi dostlarımızı, o tozlu anılardan günümüze getirebiliriz. Geçmişteki anılarımızı, biraz daha diri 
 
tutmak adına, emek harcayıp, çaba ve gayret gösterebiliriz.
 
İnanın ben sıcak bir bardak çayla, eski dostların buluştuğu sade, sessiz ve sakın bir ortamda 
 
yapılan sohbetleri çok, ama çok özledim.. 
 
Ya siz?...
 
Geçmişi arıyorum, hem de gıpta ile.
 
Ah ah, o yaşananlar, gelse de bir dile.
 
Mutlu huzurluyduk hep, giyilse de zile.
 
Atiye umutla bak, uyan be ey insan!
 
Kerim BAYDAK