Hepimiz vekillerin dokunulmazlığına laf söylüyoruz ama dokunulmazlık kolay kazanılmıyor. Milletvekilleri, o kadar uğraştan sonra mecliste kendilerine yer buluyor ve sonra dokunulmazlık alıyorlar. Ama Hamza’nın öyle bir derdi yok, hiç kimseye minneti de yok. Aslında hiç kimseyi hesaba kattığı da yok. Onun derdi büyük…
Düşünün bir siyasetçi nasıl milletin vekili oluyor?
El etek öpmeleri,
Gizli hesapları,
El altından görüşmeleri,
Araya aracı koyup, “hatırı sayılır” insanlara dil dökmeleri,
Ya da ne bileyim belki de çok fazla paranın aynı çantada buluştuğu halleri, ahvalleri…
Bunlar işin perde arkasında olan veya olabilecek olan durumlardır ki, bize çok yabancı.
O nedenle bu bölümü ben yazmamış, siz de okumamış sayın…
İnsanlar milletin vekili olmak için milletten icazet almadan önce, partinin genel başkanından alınır, en önce, her şeyden önce…
Önce aday adayı olursun, bunun için de “partinin rayicine” göre “resmi” ve “gayri resmi” olarak belirlenen miktarda ödeme yaparsın. Resmi olana bakıp kanmayın, gayri resmisi onun onlarca katı olabilir, yani belki, bir ihtimal…
Sonra gün gelir sınava tabi tutulursun. Burada usulen giyimin, kuşamın, konuşman, duruşun, tavrın, takıntıların, sevgilerin, nefretlerin önemliymiş gibi yansıtılır ama sonra “seçilenlere” bakınca bunların önemli olmadığını, en önemlisinin “bizim bilmediğimiz ve aday olmadan da göremeyeceğimiz” konu olduğunu anlarsınız…
Yani demem o ki, görünürde hepsi bir bir test edilir ya da hiçbir şeyin test edilmeyeceği “geçer akçe” neyse onla iş bitirilir.
Ve bir anda aday adayı, aday olur…
Seçime gidilir, işte o zaman milletin vekili olmaya aday olan kişinin aklına millet gelir.
Seçime gireceği kentte kapı kapı dolaşır, oranın hatırı sayılır insanlarını, şehrin etkili ve de çok yetkililerini, kamu kurumlarını, işçisini, memurunu, kundaktaki bebeği.. hasılı mezarlıkta yatan hariç, her canlıyı tek tek ziyaret eder. Düğünleri unutmaz, taziyeden taziyeye koşmayı ihmal etmez.
Seçim karargâhı kurar, oluk oluk para akıtır; gelsin kebaplar, gitsin köfteler, hiç eksilmesin çaylar, kolalar, ayranlar…
Paranız yok diye üzülmeyin, Seçilmen garantiyse sponsorların çok olur, daha sonra yüzlerce katı fazlasıyla tahsil etmek üzere…
Gün gelir seçim olur ve diyelim seçildiniz. Bu defa meclise gitmek, ona göre giyinmek, danışman bulmak, şoför ayarlamak, farklı tarzda yürümek, farklı tonda konuşmak, yani bir anda burnunu kaldırmak gerek…
Ve meclise gidip, doğru düzgün yemin etmek gerek…
İşte şimdi milletin vekili oldunuz; milletten ayrılınca, milletten uzaklaşınca, milletten daha daha yükseklere çıkınca, “vekil” olabiliyor, seçkin sınıfına yükseliyorsunuz.
Ama unutmayın, sizin dokunulmazlığınız kürsüyle sınırlı. Dışarıda yapacağınız suçların kaydı tutuluyor, vekillik bitince kelepçe kolunuzdaki yerine oturuyor.
Hamza’nın böyle bir derdi de yok. Onun dokunulmazlığı sınırsız, ne polis karışabilir, ne yargı, ne de başka kolluk veya güvenlik kuvvetleri…
Bizim Hamza, evden çıkarken önce bisikletinin sağını solunu temizliyor, sonra ayakkabısını giyinip, ceketini sırtına geçiriyor, bazen de şapkasını takıyor ya da takkesini başına geçiriyor hepsi bu…
Sonra çıkıyor caddelere ve başlıyor gündeme ilişkin yorumlarını yapmaya…
Konuşmaları dinlerseniz, bu adamın günün 24 saati yerli-yabancı bütün haber kanallarını taradığını, bütün gazeteleri okuduğunu, bütün köşe yazarlarını köşelerinden çıkarıp, canlı canlı dinlediğini sanırsınız…
Ama bunların hiçbirisi olmaz…
Doğuştan yetenekli olan Hamza, bütün bilgileri ilk elden alır, bütün değerlendirmeleri kendine hastır ve çok çok özeldir.
Parti takıntısı yoktur. Hamza’ya “Sen şu partilisin” diyemezsiniz.
Genellikle sağ eliyle bisikletini tutar, sol elini de konuşurken sallamak için kullanır. Bisikleti yavaş yavaş sürer, konuşmasının önemine göre durur, bekler, sonra yavaş yavaş devam eder. Her yöne döner, herkese boyunu gösterir, herkese sesini ulaştır.
Konuşmasına dikkat kesilecek yerleri bilir, valiliğin önü, belediyenin çevresi, şehrin meydanı, en işlek park, en işlek cadde…
Hamza, Amerika’dan başlar, İsrail’den çıkar, Fransa, İngiltere, Rusya..
O gün hangi ülkede, hangi zulüm yapılmışsa, Mazlumlara yapılanlarda hangisinin adı geçmişse o ülkenin devlet başkanına ağzına geleni söyler.
Konuşmasında Türkiye önemli yer tutar. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlar, günümüze kadar gelir ve bundan neredeyse bütün liderler nasiplenir.
Yolsuzluk, vatana ihanet, kadınlara yapılan zulüm.. aklınıza ne gelirse…
Halkın sofrasına göz dikenler de Hamza’nın haşlamasından nasiplenir, darbeciler de, zulmedenler de…
İyi tarafı asla küfretmez ama hakaretin bini bir para…
Olay ne olursa olsun, olaya sebep olanları bilir ve onlara gereken dersi de vermekten asla imtina etmez, söylediklerini deli saçması sanmayın, çok aklı başında laflar eder ve çoğu da zaten doğrudur ama her doğru, her yerde söylenmez ya, o tarz.
Hamza’nın dokunulmazlığı ne milletvekilinde var, ne bakanda, ne başbakanda ne de devlet başkanında.
Böyle dokunulmazlık kıskanılmaz mı, ben kıskanıyorum!
Tweetimden seçmeler
Her yerde sadece iki kişi doğruyu söyler. Bunlardan birisi onuncu köye yollanır, diğeri de “deli” olarak bilinir!