Söz konusu Adıyaman olunca elbette herkesin söyleyeceği bir şeyler vardır, olmalıdır da. Ama samimice, ama sonuç odaklı ve ama oyalama ve kandırmacaya kaçmadan. Bu arada, konuya girmeden aklıma gelen şu hikâyeyi paylaşayım önce.
Eski zamanlarda bir padişah varmış. Vaktini faydalı işler yaparak geçirmeyi kendine düstur edinmiş. Devlet işlerinden kalan zamanında ağaç diker, kimsesiz çocuklara masal okur, yoksul evlere aş dağıtır, daha da vakti kalırsa ülkedeki bilginlerin buluşlarını incelermiş. Halkını da güzel davranışlarda bulunmaya ve çalışmaya teşvik edermiş.
Yavaş yavaş halk da padişahın rengine bürünmüş. Boş durmaktansa hepsi birer meşgale bulup uğraşmaya başlamışlar. Kimi kimsesiz çocukların bakımını üstlenmiş, kimi yaşlıların. Kimi ağaçtan kayıklar, kalemler, iskemleler yontmuş, çiçek ekmiş, tel tel danteller örmüş, tahtadan güzel oyuncaklar yapmış, nakış işlemiş, kilim dokumuş…
Kimi ise güzel binalar yapmış. Birbirinden güzel camiler, medreseler, hanlar, hamamlar yükselmiş ülkenin dört bir yanında. Bununla kalmayıp yağmur yağdığında çamurlanan yollara taşlar döşenmiş… Halk öyle çalışkan öyle çalışkan olmuş ki, boş oturan kimse kalmamış. Dört başı mamur bir ülke olup çıkmış padişahın ülkesi.
Her şey böyle güllük gülistanlık gitmemiş. Sağdan soldan kötü niyetli adamlar gelmiş ülkeye… Kiminin bahçesini talan etmişler, kiminin evini taşlamışlar, kırıp dökmüşler. Kısa zamanda da bir araya toplanıp birbirlerinin yandaşı olmuşlar. Elebaşları ise içlerinde en belalı olanıymış. İnsan bu bazen eğilir, bazen bükülür. Halden hale girerler. Zamanla ülke içinden de bu topluluğa yandaş olanlar çıkmış.
Halkın bir kısmı bu eşkıya taifesinden uzak durmuş. Bir kısmı da iyilikle iyiliğe davet edelim diyerek onlarla komşuluk etmişler. Ne var ki çoğu zarar görmüş. Kalan az bir kısmı da çareyi kötülerden uzaklaşmakta bulmuş.
Sonunda padişah işe el koymuş. Eşkıya taifesini huzurunda toplayıp hesap sormak murat etmiş ve asileri yakalatıp huzuruna getirtmiş. Elebaşlarını ayırıp kalanlarına kilim dokuma, çömlek yapma, dantel örme, kitap yazma, ekip biçme cezaları vermiş.
Haydut taifesi bu cezaları duyunca çok şaşırmış. Çaresiz işe koyulup çalışmaya başlamışlar. Elebaşlarına ise ne ceza vereceğini günlerce düşünmüş padişah. Öyle bir ceza bulmalıymış ki bu ibreti âlem olsun. Sonunda bir karara varmış. Vezirlerine emir vererek ülkedeki en büyük havanı bulup getirmelerini istemiş… Padişah havanı, şehrin en büyük meydanına yerleştirmiş. İçini su ile doldurtmuş. Dev havan kolunu da asinin eline vermiş.
“Başla bakalım dövmeye” diye emir buyurmuş.
Asi başlamış dövmeye. Ta gün batıncaya kadar! Halk sabah işine gücüne başlarken asi de sabah erkenden havan dövmeye başlıyormuş. Aslında kellesinin gitmesini beklerken kendisine verilen bu cezaya hiç akıl sır erdiremiyormuş. Aradan bir ay geçtikten sonra padişah, asinin yanına uğramış.
“Ne yapmaktasın bre gafil?” diye sormuş.
“Havanda su dövmekteyim padişahım” diye cevaplamış adam.
Padişah başka soru sormadan gitmiş. Aradan altı ay geçmiş. Padişah, hala havanda su dövmekte olan asinin yanına uğramış. Bu arada halk da asiye verilen cezanın hikmetini merak ediyormuş.
Günler geçtikçe asinin havanda su dövmekten kollarında derman kalmamış. Ceza tam bir yıla tamamlandığında, padişah asinin yanına bir kez daha gelmiş ve sormuş:
“Ne yapmaktasın bre gafil?”
“Havanda su dövmekteyim padişahım” demiş adam.
“Peki, bunca zamandır havanda su dövdün de ne geçti eline?” diye sormuş padişah.
“Hiçbir şey padişahım. Üstelik kollarımda derman kalmadı ve hiçbir kazancım da olmadı” demiş.
Padişah bu kez asinin eski yandaşlarını çağırmış ve yıl boyunca yapıp ettikleriyle gelmelerini emretmiş. Yandaşları bir yıl boyunca dokudukları kilimler, yaptıkları porselenler, ekip biçerek elde ettikleri buğdaylar, darılar, yazdıkları kitaplarla meydana gelmişler. Çok da mutlu görünüyorlarmış. O zaman padişah asiye dönüp kısa bir konuşma yapmış.
“Bu ülkeye geldiğin zaman bir ağaç dikseydin belki şimdi de meyve verecekti. Bir tarla ekseydin, ürünün olacaktı. Bir halı dokusaydın bitirmiş olacaktın. Faydalı bir iş yapsaydın, güzel sonuçlarıyla karşılaşacaktın. Yazık sana! Bunca zaman yararsız işlerle uğraştın. Sonucunda havanda su dövmekten başka bir karşılık bulamadın” demiş.
O zaman orada toplanan halk da, asi de anlamış verilen cezanın hikmetini. Asi pişman olmuş, af dilemiş. Padişah da kerem etmiş, bağışlamış onu…
Derken onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…
Şimdi bana “ilk giriş cümlen ile yani Adıyaman ile bu hikâyenin ne alakası var?” diye sorabilirsiniz. Bence bunun cevabını siz verin.
Bir de, havanda su dövmenin Adıyamancası neydi, onu söyleyin...