Kemal Derviş’le Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ne gibi benzerliklerinin olduğunu incelerken, çok farklı benzerliklerle daha karşılaşarak, şaşırdıkça şaşırdım.

Temelde Kemal Derviş’le İhsanoğlu arasında “getiriliş” şekliyle bir benzerlik var…
Ama onun dışındaki bütün benzerlikler “dayatma”nın dışına çıkmıyor.
Önce Kemal Derviş’le olan benzerliğine bakalım…
Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli’den oluşan koalisyon, ekonomiyi idare edemeyecek hale gelmiş, kriz üstüne kriz yaşıyorduk. Memur ve işçinin maaşı ödenemeyecek haldeydi. Türkiye, Yunanistan gibi ha satıldı, ha satılacaktı.
Üç lider, kendi partilerinde “Ekonomiyi idare edecek” bir tek Allah’ın kulunu bulamamışlardı…
Üç parti, bir bakan çıkaramamıştı.
Diğer partilerde de yoktu tabii…
Hatta bürokraside de yoktu…
Meclis dışından ekonomiyi idare edecek bir tek kişi bulamamışlardı…
Ve derken Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş’i getirdiler…
Derviş, iyi bir ekonomistti…
1977’de Dünya Bankası`na girmiş, 1996 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu başkan yardımcılığına kadar yükselmişti…
Ama Türkiye’yi bilmiyordu, siyaseti de bilmiyordu…
Geldiğinde bütün analistlerin yaptığı gibi gözlemlerini paylaştı; Türkiye’de şu eksik, bu anlayış hâkim, şöyle olmalı, böyle olmalı…
Üçlü lider, bir ekonomistten mucize bekleyen çocuklar gibi heyecanlıydılar ama fos çıktı…
AK Parti iktidara geldikten sonra “maaş ödeyemeyecek” durumdaki bir ülke, borçlarını ödemekle kalmadı, dünyayı kıskandıracak ve gezicileri çıldırtacak yatırımlara başladı…
***
Ekmeleddin İhsanoğlu, hemen hemen aynı anlayışın davetiyle ülkemize geldi. O da “alanında” iyi bir bürokrattı. Ama onun daveti, Kemal Derviş gibi “ekonomi” değildi, tüm ülkeyi idare etmekti. Oysa getirdikleri, kendini idare etmekten aciz bir durumdaydı. Yaşı kemale ermiş, piri faniydi. Bu arada iyi para biriktirmişti, evleri, arabaları ve jetleri vardı, üstüne de bankada şişkin hesapları…
O da geldiğinde Kemal Derviş gibi Türkiye’de şu eksik, bu anlayış hâkim, şöyle olmalı, böyle olmalı demeye başladı.
Geldiği yer Mısır’dı…
Uzunca bir süre diktatörlükle yönetilmiş bir ülke.
Demokrasiye tam geçtiğinde, yeniden darbeyle tanışan ve masum insanların öldürüldüğü bir ülke…
Ve o ülkede İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri olarak bulunan ve “AK Parti hükümetinin dış politika başarısı” olarak o makama geldiğini söyleyen Ekmeleddin İhsanoğlu…
Darbeye selam duran bir genel sekreter…
İsrail zulmü karşısında Filistin’den yana taraf olamayacak kadar korkak bir isim…
Türkiye’yi tanımayan, hassasiyetlerini bilmeyen, uzunca süren bir kardeş kavgasının farkına varmayan ama “ekmeğin karneyle verildiği dönemi” iyi bilmekten başka vizyona sahip olamayan birisi…
Öyle iyi biliyor ki, o zulüm kanına işlediğinden, millete ekmek verme özlemiyle dolmuş; Ekmek için Ekmeleddin diye slogan üretmiş…
Ne bilsin ki, o devir eskilerde kaldı ve o gün, bugündür bu millet o zihniyete oy vermediği için CHP’de hiç iktidar olamadı…
Ama kendisi geldi…
Türkiye’yi düzeltmek için…
Hangi anlayışla ve hangi siyasi görüşüyle, hangi dünya görüşüyle, hangi inancıyla, hangi başarısıyla belli değil…
CHP’li değildi, sol seçmen memnun olmamıştı…
MHP’li değildi, MHP tabanı rahatsızdı…
Binde bir bile oyu olmayan birkaç parti destek vermişti, zaten onların desteği bir mana ifade etmiyordu…
17 Aralık’tan bu yana “Dershane Kavgası”nı cumhurbaşkanı kavgasında sürdürmeyi düşünen Fetullah Gülen ekibinin desteği, onu seçtirmeye yetip yetmeyeceğini, 10 Ağustos akşamı öğrenme şansına sahip olacağız…
Bunun dışında, cumhuriyet tarihi boyunca laik ve Kemalistler ile darbecilerin zulmüyle inim inim inleyen İslami grupların, cemaatlerin, derneklerin, vakıfların adının sonunda “Din” var diye oy verip vermeyeceklerini de 10 Ağustos’ta öğreneceğiz.
Yine Türkiye’de hiçbir sağcı iktidarı beğenmeyen, hatta “Şeriatçı” gören sol anlayışın, Ekmeleddin’le devrimi tamamlamayı düşünüp, düşünmediğini de 10 Ağustos’ta öğreneceğiz.
Ama kimin hangi anlayışı desteklediği ise diğer benzerlikte saklı kalacak…
Bir başka benzerlik daha vardı…
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun gelişi, Kemal Derviş’e benziyordu dedim…
Ama getirilişi değil…
İhsanoğlu’nun getirilişi ve dayatılışı, darbe dönemlerine ve olağanüstü hallerde seçilen cumhurbaşkanı adaylarının sunuluşuna benziyor…
Mesela Ahmet Necdet Sezer, en yakın örnek olduğu için ilk önce onun dönemini hatırlatabilirim.
Ne tesadüf ki, Ahmet Necdet Sezer ismini veren zihniyet de aynıydı…
11 Kasım 1938 tarihinde İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı seçtirilme şekli, sadece zamanla tarz değişikliğine uğradı, anlayış değişikliğine değil.
Ancak, millet öyle değil; hem tarzı değişti, hem anlayışı…
Millet, bütün kumpasları, bütün oyunları elinin tersiyle iterek, sandıkta ne diyecekse onu söylüyor, kirli ittifakları morartıp duruyor…
 
Tweetimden Seçmeler
Biz beğenmiyoruz ama bütün dünya, en az bizim yaşadığımız kadar mutlu olsa dünya çok daha güzel olurdu.