Futbol özlemini kısa zaman süreli Dünya kupası ile giderip, kendi ülke sınırları içinden göçmenleri kabul etmeyip, parasını verelim siz bakın diye bize karşı farklı muamele yapmak isteyen Avrupa medeniyetinin simgesi olmuş Fransa’nın bol göçmenli kadrosuyla kupanın sahibi olmasıyla sonlandırdıktan sonra kendi kabuğumuza çekilip, ligimizi beklemek bize kaldı.

Bu nefes arasında sizlerin hoşgörüsüyle biraz spor dışı iki satır karalamak ve siz değerli Adıyamanlılarla paylaşmak istedim.

İçinde bulunduğumuz ve modern dünya diye adlandırdığımız zaman sürecinde, çokca zaman görüyoruz ve yaşıyoruz ki!

Bu modernlik bize uymayan elbise gibi. Kumaşında, dikiminde bizleri rahatsız eden birşeyler var.

İşte bu noktada bu modern dünyanın, kadim dinlerin, doğu ve batının yazıları, araştırmaları ve üstün bilgisiyle adeta MR’nı çekmiş René Guénon’un üç ayrı eserinden belli bölümleriyle olaylara bakmanızı rica edeceğim.

DOĞU ve BATI
Birinci Kesim
BATININ VEHİMLERİ
René Guénon

Modern Batı medeniyeti gerçek bir anomali olarak yer alır tarihte: azçok bütünüyle tanıyabildiklerimiz arasında tamamen maddi yönde gelişmiş tek medeniyet, Batı medeniyetidir. Rönesans denen olayla aynı anda başlayan bu canavarca gelişme, mukadder olduğu üzere, mukabil zihni bir gerilemeyi de beraberinde getirmiştir; muadil demiyoruz, zira burada söz konusu olan iki şey arasında hiçbir ortak yan yoktur.

Bu gerileme öyle bir noktaya varmıştır ki bugünkü Batılılar saf zihnin neyin nesi olduğunu bilemez, hatta böyle bir şeyin mevcudiyetine bile ihtimal veremez olmuşlardır; bu yüzden de sadece Doğu medeniyetlerine değil, artık en az bu medeniyetlerin olduğu kadar, ruhunu kavrayamadıkları Avrupa Orta Çağı'na da tepeden bakmaktadırlar. Zekâyı, maddeye hükmeden ve bu ameli gayeler için kullanan; ilme, kendi kısır görüşleri içinde, sanayide kullanıldığı oranda değer veren insanlara nasıl yapmalı da nazarî bilginin üstünlüğünü anlatmalı?

Mübalağâ etmiyoruz; çağdaşlarımızın pek büyük bir çoğunluğunun bu kafada olduğunu anlamak için etrafımıza bir göz atmak yeter. Bacon ve Descartes'den beri yapılan felsefenin incelenmesi de bu tespitleri doğrular. Sadece şunu hatırlatalım; Descartes zekâyı akılla sınırlandırmış, metafizik diye adlandırdığı şeye, kendi düşüncesine göre, insan bilgisinin son sınırı olarak kabul ettiği mekanik, tıp ve ahlâk gibi tatbikî ilimlerin kurulmasını hazırlayan fiziğe temel olma görevini ayırmıştır; bu şekilde ortaya koyduğu eğilimler, modern dünyadaki bütün gelişmenin ayırıcı vasıfları olarak bir bakışta tanıdığımız eğilimlerin ta o zamandan beri var olduğunu göstermiyor mu? Her çeşit saf ve akıl-üstü bilgiyi inkar etmek veya bu bilgiye bigâne olmak, bir yandan, zekâ ve onun sahasından en kısır bir şekilde yararlanmakla yetinen pozitivizme ve agnostisizme (bilinmezcilik), öte yandan aklın kendilerine veremediğini akıl-altı'nda aramaya çalışan her çeşit duygucu (sentimentaliste) ve iradeci (volontariste) nazariyelere zarurî olarak götürecek yolu açmak değil midir? Mantıken böyle olmak zorundadır. Gerçekten de, günümüzde akılcılığa karşı çıkmak isteyenlen, her şeye rağmen zekânın bütünün tek başına akılla özdeşik olduğunu kabul etmekte, zekânın maddenin sınırlarını aşamayan amelî bir yetenekten başka bir şey olmadığına inanmaktadırlar;
Bergson aynen şöyle der: "Zekâ, aslî görevi gibi görünen yanıyla ele alındığında, maddi şeyler, özellikle alet yapan aletler imal eden ve bunların imalatını sonsuza kadar değiştirebilen yetenektir. Ve devamla:"Zekâ, hammed üzerinde daha önce edindiği alışkanlıklardar kurtulamaz; burada da, hammaddenin şekilllerini uygular. bu tür bir çalışma için yaratılmıştır. yalnız bu tür bir çalışmadan tam manasıyla tatmin olur. Açıklık ve seçikliğe ancak böyle ulaşılabileceğini söylerken demek istediği de budur"

KADİM BİLİMLER VE BAZI MODERN YANILGILAR
René Guénon

Tam ve nihâi kurtuluşa ermenin tek yolu Bilgi'dir;tutku bağlarını çözen tek vasıta odur; Bilgi olmadan, Güzellik olmaz.

Eylem cehalete ters düşmediğinden onu uzaklaştıramaz; fakat, ışığın karanlığı yok edişi gibi, Bilgi de cehaleti yok eder.

Cehalet burada, madde-sûret âlemin karanlıklarına bürünmüş, maddenin ve bireysel ayrılıkların yanıltıcı görüntüsüne kapılmış olan varlığın halidir. Daha önce belirtmiş olduğumuz üzere, eylem alanına hiç dahil olmayıp onun üzerinde bulunan Bilgi vasıtasıyla tüm bu yanılgılar ortadan kalkar.

"Dünyevi tutkulardan kaynaklanan cehalet uzaklaştığında; bulut dağıldığında güneşin ışığını saçması gibi, zihin de bir bütün halinde özgün görkemiyle uzaktan parıldar"

Fakat bu dereceye ulaşmadan önce varlık-psişik âleme tekabül eden bir ara evreden geçer. O sırada kendinin artık maddi bir beden değil de bireysel ruh olduğunu zanneder. Zira o henüz Demiurgos'un alanından çıkmamış olduğundan dolayı, onun için henüz tüm ayrımlar ortadan kalkmamıştır.

Kendisini bireysel ruh olarak tahayyül eden insan, bir ip parçasını yanlışlıkla yılan zanneden kişi gibi korkuya kapılır. Ancak kendisinin nefs değil de evrensel ruh olduğunun bilincihe varınca korkusu kaybolur.

DOĞUNUN BİLGELİĞİ

A.K. Comaraswamy
R. Guenon
S. Dasgupta

Eski dünyada ünü sınırları aşıp gökleri tutmuş bir bilgenin methini yeni duymuş birisi "Gidip ben de göreyim bu ulu kişiyi, iktiza ederse hayır duasını alayım" deyip yola koyulmuş. Fakat görmeyi umduğundan başka şeyler gördüğü için canı sıkılmış ve hoşnutsuzluğunu hemen dile getirmiş: "işittim ki siz ulu, mübarek bir kimseymişsiniz, sizi görmeyi
o kadar istedim, o kadar evdim ki aşıp geldiğim uzun yol gözümü korkutup yıldıramadı, ayaklarım su toplayıncaya kadar hiç durmadan ilerledim, gece gündüz yüzlerce menzili geride bıraktım, konaklayıp dinlenemedim. Ama şimdi geldim ve gördüm ki siz öyle anlatıldığı gibi ulu ve mübarek bir kimse değilmişsiniz. Çöpe attığınız salatadan artakalanları alıp kız kardeşinize verdiğinizi gördüm. Bu insanlık değildi. Öğünden arta kalan pişmiş pişmemiş yemekleri başka bir öğün için bir kenara koyduğunuzu gördüm. Bu görgüsüzlüktü."

Bu sözler bilgenin sükûnetini hiç bozmamış ve sükûttan başka bir karşılık bulamamış. Ertesi gün ziyaretçi bilgeye tekrar uğramış, bu defa başka şeyler görmüş ve söylediklerine pişman olmuş: "Dün sizde eksik ve kusur bulmuştum. Bugün böyle yapmamam gerektiğini ve asıl kusurun kendimde olduğunu anladım. Fakat siz nasıl oldu da söylediklerime karşı tamamen kayıtsız kaldınız ve cevap bile vermediniz?"

Bilge cevap vermiş: "Zeki, bilge, mübarek, mukaddes gibi unvanlar, yılanın derisini bırakması gibi, uzun zaman evvel bir kenara bıraktığım şeyler. Eğer dün bana öküz demiş olsaydınız, öküz ismini kabul ederdim, eğer at demiş olsaydınız at ismini kabul ederdim.

“Bir cevherin olduğu ve insanların isim verdiği her yerde o bu ismi kabul edecektir, çünkü her halde bu isme bağlı önyargıya boyun eğecektir...”

René Guénon kim? Sorusuna şimdiden cevaben;

15 Kasım 1886'da Fransa'nın Blois kentinde geleneksel Katolik bir ailede mimar bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Guenon, formel eğitimini matematik ve felsefe alanında gördü. 1906 yılında gittiği Paris'te çeşitli ruhçu gruplarla irtibata geçti, 1909 yılında La Gnose adında manevi ve ezoterik konularda yayın yapan bir derginin kuruculuğu ve editörlüğünü yaptı.

1910 yılında, İslamiyet'i benimseyip Abdülhadi adını alan ünlü Fransız ressam Gustav Ageli ile tanıştı ve onun vasıtasıyla 1912 yılında müslüman olup Mısır'da Şazeliye şeyhlerinden Abdurrahman Eliş el-Kebir'e intisap ederek Abdülvahid Yahya adını aldı.

Saygılarımla