Doğrusu ben bu tipleri şizofreniyle ilişkilendirirdim ama ikisi arasında ciddi bir fark varmış. Mitomanik hastalar, suçunun üstünü örtmeye çalıştıkça yalan söyler ve bir süre sonra ürettikleri yalanlara kendileri de inanmaya başlarmış.
Zamanla vicdanlarından uzaklaşan mitomanlar, gerçek bir varlık elde edebilmek için sürekli yalan söylemeye devam ederlermiş…
Çok mu tanıdık geldi…
Aslında çevremizde bu tür insanlar mutlaka vardır ama ben kişisel bazda değil, toplumsal bazda mitomanik olup olmadığımızı merak etmeye başladım.
Özellikle siyaset ve vesayet çevresini iyi incelediğinizde, “hesabı olanların” hesabını görmek için bu belirtileri gösterdiklerini de öğreniriz.
İşte o zaman “hastalıklı yapıların” ülkenin geleceğiyle oynamak istediklerini, sırf kendileri tedavi olmasın diye de toplumu hasta etmeye niyetlendiklerini görebiliriz.
Bu tarifi okuduğumda, birçok siyasi gözümün önünden gelip geçtiği gibi Gülen yapılanması için de ciddi bir inceleme yapmak gerektiğine inandım.
Kaos oluşturmak, ülkeyi kargaşa ortamına çekmek, planlı operasyonların bir parçası olsa da, “bunu inanarak” yapanların bu hastalığın pençesinde olduklarına kuşku duymamak gerekiyor.
Yoksa tüm vesayetçiler ve onların taşeronları, bir hastalığa uğradıklarından değil, “hasta bir zihniyete” sahip olduklarından bu yolu seçerler.
Onların zihniyetinde sorun vardır.
Sırf kendi iktidarları, kendi güçlerinin devamı veya daha çok kazanmalarının yolunun “antidemokratik” yönetimde görmelerinden dolayı bu yola başvururlar.
Makam hırsı, koltuk sevdası, bir süreliğine “cumhurbaşkanı” veya devletin başka kademelerinde görev alma hülyası, bütün darbecilerde vardır.
Ancak bu, demokrasiyi hazmedememenin ötesinde, makam sevdasından çok daha ileride bir şeydir.
Kenan Evren, darbeye teşebbüs edip, devletin tepesine kurulmasaydı, onun adını kimse hatırlamayacaktı.
Belki bu sürede yapacağı iyilikler nedeniyle hayırla yad edilme fırsatı bile yakalayabilirdi.
Ancak o, darbeyi seçti, nefretle anılmaktan bir saniye bile kurtulamadı.
Şimdi “ölmeyi” istediğini tahmin ediyorum ama “uzun ömür” dileyenler azımsanamayacak kadar çok.
28 Şubat’ta, 27 Nisan’da, 17 Aralık’ta ve aslında Gezi olaylarında da “olmamış olayları olmuş gibi” göstermek, darbecilerin zihniyetlerine bire bir uyum gösteriyor.
Kendi inandıkları veya bizleri inandırmak istedikleri yalanlarla da koca bir toplumu mitomani hastalığına duçar etmeye çabalıyorlar.
Hasta bir toplum, kolay yönetilecek bir toplumdur çünkü…
Çünkü kendi ürettikleri yalana inanan bir toplum, oyunun kuralına göre sürmesini sağlar.
Gezi olaylarından bu yana insanların algısıyla oynama, profesyonel bir şekilde yapılmaya başlandı.
17 Aralıkta ise bu doruğa çıktı.
Taşeronluğu üstlenen ve asıl oyun kuranın dışarıda olduğu senaryoyu sahneye koyanlar, milletin algısıyla oynamak için en can alıcı noktadan, “yolsuzluktan” vurarak, yolsuzluk dışında her şeyle uğraşmaya başladılar.
Tıpkı Gezi olaylarında “üç ağaç” deyip, ağaç dışında her şeyle ilgilenmeleri, her şeyi tahrip etmeye çalışmaları gibi…
Asıl amacın ne olduğu aslında herkesin malumu…
Birçok sebep var ve bu sebeplere bağlı olanların sonlandırılmasıyla kazanacakları gücün hayali var.
Bunlardan birisi elbette AK Parti hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan…
Onla birlikte İsrail’in hiç haz etmediği MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın hedef tahtasına konulması, yine İsrail ağırlıklı “Halk Bank” gıcığı, operasyonun şifrelerini ortaya koyması açısından dikkate değer.
Ve bütün bunlara ulaşmak için bugüne kadar kutsal bildiklerini ayaklar altına alan bir yapılanma…
Siyasi partiler ise “ortadaki yalanı” gerçek görme niyetinde…
Çünkü işlerine “yalan” olması geliyor, gerçek olmasından nemalanmayacakları açık.
28 Şubat’ta ortaya çıkan ve daha önceleri de “gerektiği zaman” ortaya çıkarılan irticanın yok olması gibi, bütün bunlar bir süre sonra yok olacak.
Ve biz o zaman ortada dolaşan yalanları kimlerin nasıl ve hangi inançla ortaya attıklarına bakıp bakıp şaşıracağız.
Ama o zamana kadar beynimizle oynamaya devam edecekler…
Bizi fert fert hasta etmek, onların oyunlarının seyirci kazanmasını sağlamakla kalmayacak, geleceğimizi karartacak bir başarıya da imza atmış olabilecekler.
Düşünmesi bile korkunç ama asıl niyet, bizim geleceğimizi karartmak.
Onların hasta olup olmaması umurumda değil ama bizi hasta etmeye çalışmalarını da kabullenmemiz beklenmemeli.
30 Mart, bu açıdan mitomanik gündemin başarısı veya başarısızlığı olarak sandığa yansıyacak…
Tweetimden seçmeler
İktidar olmasına kesin gözüyle bakılan bir parti kuruluyor; Aday Edilmeyenler Partisi (AEP) Tek sorun genel başkan kim olacak? :)))