Aysun Kayacı’nın “Benim oyumla çobanın oyu bir olur mu?” çıkışıyla birlikte “Halkatepeden bakan zihniyeti” de bir şekilde öğrenmiş oluyorduk ama bir eksikle. Yazının başlığına aldığım (eme)’leri çıkardığınızda, 100 yıl önce kadınlara verilen “seçme ve seçilme hakkı” aklımıza gelir. Oysa kadın-erkek fark etmez, herkesin seçme ve seçilme hakkının olması gerekir, doğal olanı budur.Doğal olmayanı ise yazıma konu edeceğim ve “eme” ile biraz da olumsuzluğa düşürdüğüm seçememe ve seçilememe hakkıdır ki, bu yazıda da ona değinmeye çalışacağım.
Aysun Kayacı ve onun gibi tarihin her döneminde düşünenlerle paralel düşündüğümüz zaman ve zeminlerin olduğuna kuşku duymuyorum. Belki bazılarımız bunu “zaman zaman” düşünür ama bazılarımız her zaman düşünür. Her zaman düşünenlerin temel yaklaşımı “halkı cahil” görmeleridir. Ancak zaman zaman düşünenlerin yaklaşımının cehaletin çok ötesinde olduğunu ve makul gerekçeleri bulunduğunu söyleyebilirim. Bunlardan birisi de benim…
Türkiye’de veya dünyanın birçok yerinde “seçilme hakkı” olduğuna inanmayan birisiyim. “Seçtirme hakkı” olduğuna ise yürekten inanırım. Hanginiz/hangimiz, “seçilmek istiyoruz kardeşim” diye düşünerek ortaya çıkıp, bir göreve talip olabiliyoruz. Hangimiz, hangi seçimde hiçbir engelle karşılaşmadan gidip belediye meclisine, il genel meclisine, belediye başkanlığına veya milletvekilliğine aday olabiliyoruz. Olamayız…
Aday adayı olmak serbest.
Herkes aday adayı olabilir ama aday olmak, yani seçilme hakkı elde etmek, her siyasi partide bir lider veya bir kesimin elindedir. O nedenle seçme hakkının olduğuna hiç inanmadım, inanacağım günlerin de geleceğini sanmıyorum.
***
Seçme hakkı konusunda da zaman zaman “makul sebeplerle” Aysun Kayacı veya tarihteki benzer düşünceye sahip filozoflarla aynı düşüncede buluştuğum olmuştur. Benim gibi aynı düşünceye sahip çok insanın olduğunu da biliyorum ama bizimki “seçmeni aşağılama” adına değil, “iradesini ipotek altına alanlarla” direkt ilgilidir. Buna Aysun Kayacı da dâhildir.
Şuna inanıyorum ki, insanlar hiçbir etki altında kalmadan, tamamen kendi özgür iradesiyle seçme hakkını kullandığı zaman ortaya çok güzel tablo çıkabiliyor. Ortaya çıkan tablonun güzel olması, çok iyi olduğu anlamına gelmez. Sadece halkın iradesinin sandığa yansıdığı anlamına gelir. Elbette halk olarak bizler de zaman zaman yanlış tercihlerde bulunuruz, bir sonraki seçimde yanlışımızı görürsek düzeltir, aksinde ise sürdürürüz. Memnun kaldığımız siyasetçi veya partiye yıllar yılı sahiplenir, desteğimizi hiç esirgemeyiz. İşte asıl güzelliği burada…
Aysun Kayacı veya benzer düşünceye sahip buyurgan, halka tepeden bakan, halkı küçümseyen, hor gören, aşağılayan anlayışın yaklaşımı ise “Halk cahildir, benim gibi okumuş, kültürlü, bilgili, birikimli birisi gibi seçmez/seçemez” anlayışıdır.
Oysa bunu iddia eden kesimlerin mahalle baskısıyla oy kullandığı gerçeği var. Özellikle sanat camiasında “sanatçıysan eğer şu partiyi ya da şu görüşü destekleyeceksin” baskısı, sanatçıların iradelerini özgürce açıklamalarına bile engel oluyor. Hasbelkader açıklayanlar da linç ediliyor.
Sanatçı, işadamı, zengin, fakir fark etmez, toplumun tamamı özgür iradesiyle oy kullandığı zaman, “seçmenin iradesi sandığa yansımış” sayılır. Aksinde ise “iradeleri elinde bulunduranların” isteğidir sandığa yansıyan.
Daha açık anlatmak gerekirse, özgür düşünmenin yolunun nereden başladığına bakmak gerekir. Eğer bir partiye, bir derneğe, bir vakfa, bir örgüte veya bir güce mensupsanız, onlar gibi düşünmek zorundasınız demektir. Eğer öyleyse özgür düşündüğünüz söylenemez. Ne olduğunu sorma, sorgulama, araştırma ve soruşturma gereği duymayan, kendilerine sunulanla yetinen kesimlerin özgür düşünme şansı bulunamaz.
Bir örgüt, bir parti, bir dernek, bir cemaat veya bir ülke, birini veya bir siyasi partiyi işaret ederek taraftarının seçmesini istiyor, daha açık ifadeyle emrediyorsa orada “seçme hakkı” olduğunu hiç kimse söyleyemez.
Bugün ülkemizde olan aslında tam da bu.
Seçilme hakkımız, sadece bizde değil, bütün dünyada bir sorundur. Demokrasinin “seçilme hakkı” kısmı sürekli birilerinin inisiyatifine devredilmiştir.
Seçme hakkı ise “mensup olduğun” yere göre elinden alınmaktadır.
Bir cemaate mensupsan, cemaat liderinin dediğinden başkasına oy verme şansın yok demektir.
Bir aşirete mensupsan, “hayır kardeşim ben bu adayı veya bu partiyi seviyorum” deyip, onların işaret ettiğinin dışında bir yere oy vermen mümkün değildir.
Bir partiye mensupsanız da, partinizin aldığı karara uymak zorundasınız. Hem de sorgulamadan uymanız gerekir.
Terör örgütlerini saymıyorum. Çünkü “terör” destekli yapılanmalarda “özgür düşünme” veya “seçme” hakkı asla ve katta bulunmaz. “Ver” derler onlar da verir. Onların iradesi ipotek altına alınmakla kalmaz, “köle” durumuna düşerler. (Nihayetinde 15 Temmuz darbe girişiminde de nasıl sorgulamadan, vicdanlarına danışmadan halkın üzerine ateş açanlarda da bu köleliği gördük. Diğer terör örgütlerinin de onlardan bir farkı yok, olamaz da.)
İşte Aysın Kayacı ve tarihteki birçok filozofun yaklaşımına deminden beri saydıklarım nedeniyle katılıyorum. Ancak Kayacı ve onun gibi düşünenlerin böyle bir kaygısı olmadığından kendi kendileriyle çeliştiklerinin de farkında değiller. Zira “özgür iradesiyle oy kullanan” her kim olursa olsun, onun oyuyla benim oyum eşittir. Ama “kendi iradesiyle bile oy kullanmaktan aciz” olan her kimse, benim oyum, onun oyunu binlerce kez katlar…
Unutulmamalı ki, hepimizin seçme ve seçilme hakkı var; kullanabildiğimiz sürece…