Yazı hayatına başladığım günden bugüne yaklaşık 20 yıl geçti. Yirmi yılın büyük çoğunluğunu “siyasi gündem” oluşturdu. Arada çiçekler, böcekler, kelebekler, yeşillikler, masmavi deniz ve hayaller de oldu ama nedense ağırlık siyasette kaldı.
Günlük olarak yazdığım mizahi yazıların tamamına yakını da siyasi gündemle alakalıydı. Bir başka deyişle hem “ciddi” yazılarım hem de “mizahi” yazılarımda buram buram siyaset kokuyordu.
Seviyor muydum peki, hayır!
O zaman siyasi gündemle ilgili yazılar kaleme almam kendi tercihimdi, bugün siyasete fazla bulaşmama gayretim de kendi tercihim.
Siyasi yazı yazmaktan kaçınmamın çok sebebi var ama en başta moda tabirle “trol” denen sosyal medya cengâverleridir.
Her kesim, diğer kesimi “Trol” olmakla suçlarken, aslında kendisinin de trol olduğunu ikrar ediyor ama kabullenmiyor.
Hepsi bir siyasi partiyi canhıraş savunurken, karşı tarafı “yandaş” olmakla suçluyor ama kendisinin de aynı şekilde yandaş olduğunun farkına varmıyor.
Koyun sürüsüdür, karşı tarafa oy veren, lider ne derse yapıyordur çünkü. Bunu söylerken, liderinin işaret ettiğine oy veriyor, koyun koyun…
Kimin koyun olduğu, kimin oyun içinde figüran olduğu çok net anlaşılmıyor.
Ancak kimisi paralı, kimisi parasız cengaverler her kesimde canhıraş mücadele ediyor.
Ve en kötüsü bu mücadelenin tamamına yakını gayri ahlaki ifadelerle yapılıyor.
Yani küfür yarışıdır aynı zamanda ortada dönen.
Kim sinerse kazanandır diğeri.
Sokak ağzıyla ne kadar konuşursa, ne kadar “senin yedi ceddini biliyoruz” diyerek kirli çamaşır ortaya koyabilirse karşı tarafı mat etmiş sayılır.
Hiç kimse kendi görüşünün haklılığını ispat derdinde değil, karşı tarafın savunma silahını parça pincik etme derdinde.
Kazan dibin kara diye işaret edenlerin her tarafının kara olması, yapılan tartışmaların abesle iştigalden öteye gitmediği gibi, yarın kendi yanlarına geçtiğinde sen cevap vereceklerini de hesap edemiyorlar.
Çünkü düne kadar “düşman” bildikleri, “çapsız” gördükleri, “yeteneksiz” olarak damgaladıkları, hatta “ahlaki” olarak da suçladıkları bir siyasinin “kendi adayları” olma ihtimali hiç uzak değil.
Bu nedenle siyasi yazıların, siyasetin trollerinin küfürleri arasında kaybolup gitmesine içim elvermiyor.
Türkiye’de her gün onlarca gazete, yüzlerce köşe yazarı kalem oynatıyor.
Bunların tamamına yakını da kendi köşesinde, karşı tarafı mat etmekle ve kendi cenahına yaranmakla geçiyor.
Ortaya fikir atan yok, atılan fikri tartışmaya açan da yok.
Onlar çok geride kaldı.
Şimdi oluşturulan gündem için en çok tweet atan, en çok hakaret eden, en çok aşağılayan kazanıyor.
Ne kadar çok trol çalışıyorsa, ne kadar hızlı mesaj atılıyorsa, ne kadar altından kalkılmayacak küfürler ve hakaretler havada uçuşuyorsa o kadar kazanmış sayılıyor.
Böyle bir ortamda siyaset yapmak zor, siyasi yazı yazmak da zor.
Yazı hayatına bir süre ara vermemin temel nedenidir bu trollük.
Ara sıra yazdığımda da çiçekten böcekten, kelebekten bahsetme çabamın temelidir de bu trollük.
Çünkü biz tartışma kültürünü bir yerde kaybettik, kaybettiğimizin farkında olmadığımız için arama zahmetine de katlanmıyoruz.
Oysa siyaset, sorunlara çözüm bulma sanatı olarak hayatın en aktif, hayatın en içinden bir olgusudur.
Siyaset, hayatın kendisidir.
Karşılaşılan her soruna siyasi çözüm bulmak, baskıyı, zorbalığı, diktatörlüğü, tek partililiği, zulmü, adaletsizliği önler.
Siyaseten gelen, siyaseten gider.
Bugün beğendiğin bir partinin veya adayın icraatını beğenmediğinde yarın ona haddini bildirecek olan seçmendir. Bunu da yine siyasetin bir çözümü olarak yapagelecektir.
Kuşlar börtü böcekler, rengârenk kelebekler, masmavi deniz, nazı nazlı uçuşan martılar ve sonsuzluğa uzanan gökyüzünden bahsetmek elbette güzeldir ama bunu bir kaçış olarak yapmadan…
Ne yazık ki ben kaçış olarak yapıyorum…