Vikipedi’den arketip ile ilgili bulduklarımın bir kısmını aktarıyorum:
“Arketip; ilk örnek, asıl numune. Kelime anlamıyla kalıp, şablon, ilktip şeklinde ifade edilen arketipler gerçekte insan kültürünü oluşturan yapı taşlarıdır. İnsanlar uzun dönemler boyunca karşılaştığı benzer olayları bir süre sonra belli davranış kalıplarına oturtmuş ve bu kalıpları kuşaklar boyunca aktarmaya başlamıştır. Bunun sonucunda ise bireyin anne, baba, erkek, kadın gibi rolleri ve geçimini sağlamak, eş ve arkadaş bulmak, yolculuğa çıkmak vb. arketip denilen şablonlar ortaya çıkmıştır.
*Psikolojide ilk defa Carl Gustav Jung tarafından kullanılmıştır. Arketip kavramını çözmesi onu Sigmund Freud’tan ayıran bir özelliktir.
*Evrensel bilginin sembolik datalarıdır ve rüya tabirlerinde, eski mitlerde, edebiyatta, sosyolojik temel yasaların bağlı olduğu ana örneklemelerdir.”
“Dilenci” arketipi var mı, bilmiyorum. Fakat yoksa da ben böyle bir arketip olduğuna inanıyorum. Kanıtı ise; yine kendi üzerimden hareketle yolun sonuna gelmiş biri olarak hala sevgi ve onay peşinde koştuğuma dair bulduklarım. Öyle yorgun düşüyorum ki; annem, İrene, Maviş, Fıstık ve diğer sokak kedilerim başta olmak üzere eş dost, hısım akraba, arkadaşlar, gruplar, alış veriş için muhatap olduğum hizmetli, satıcı diye sürüp giden listeyi uzatmak mümkün. Derleyip toplayacak olursam insanlığın toplumsal yaşama uyumunu sağlamak adına kolektif bilinçte yerleşmiş bir kalıp bence dilencilik.
Geleneksel olandan bir örnek vermek istiyorum. Hangi dine hangi dogmatik inanca sahip olursanız olun, yerine getirmeniz şart koşulan ritüeller vardır. Tabii bunların da parmak izi kadar özel kendine has yorumlarını saymazsak şaşar kalırız üstümüzde oluşturduğu baskıya.
Öyle bir baskıdır ki bu, en doğal ihtiyaçlarınız bile yok sayılabilir. Üstelik bu sizin gönülsüzce de olsa verdiğiniz izinle gerçekleşir. Kısa bir süre önce okul ve iş arkadaşlarımdan biri öldü. Erkekti arkadaşım. Dün İrene ile bir pastanede çay içerken (tabii çayı ben içiyordum gibi de bir espri patlatmak geldi içimden) gördüm ki o arkadaşımın eşi ve baldızı gelip bir başka masaya oturdular. İlgisiz kalmamak adına fırsatı değerlendirip izin isteyerek masalarına gittik.
O kadar tedirgindiler ki... Eşi ölmüş ve o dışarıda. Üstelik pastanede oturmuş, dondurma yiyor. Bunun kendi açısından nelere mal olacağının da farkında. Bunları paylaşınca ben de oğlumun ölümünde yaşadıklarımdan biraz paylaştım. Dolayısıyla her zaman için söylenecek şeyler vardır, milletin ağzı torba değil ki büzesine vardı iş. Rahatlamış kalktım masadan. Deneyimlerimin birilerinin işine yarayabileceği düşüncesi iyi geldi bana.
Gelelim bana. Rüyalarımda iki kere dilenci gördüm. Üstelik ikincisinde kördü. Yani hem kel hem fodul hesabı. Hem dileniyorum hem de dilendiğimi görmüyorum. İnkârdayım yani. Şükürler olsun az çok kendi üzerimde çalışmaya devam ettiğim için her geçen gün inkârım kırılıyor.
Nereye kadar benim nereye kadar başkalarının sınırları bilemiyorum. Sadece yola devam etmek için değişik yol ve yöntemler araştırıyorum cici kızlığımla barışmak adına. Çok istiyorum gönüllü olarak cici kız olmayı. Öyle göstermelik değil ama kendimden memnun, içim dışım bir. Ne huşu verici. İnşallah!
Gündemimden bir örnekle devam edeyim. İrene ile bir yolculuğun başında sayılırız. 1 yaşını yeni doldurduğu için başındayız diyorum. Dört mevsimi devirdik yani. Hoş kızımı görenler nedense onu yaşlı buluyorlar. İnciniyorum biraz nedenini henüz keşfedemesem de bu tespite. Her neyse bunu şimdi bir kenara bırakalım.
Malum havalar çok sıcak. Hava serinleyip dışarı çıktığımız zaman parklar da dâhil çok kalabalık oluyor ortalık. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemiyorum çoğu karşılaştığım durumda. Çünkü seven var sevmeyen var diye başlayan liste uzayıp gidiyor; korkan korkmayan, tiksinen tiksinmeyen, isteyen istemeyen, mekruh bulan bulmayan... Bu kadar ayrıntının içinde ortak alan yaratıp hem kendimi hem İrene’yi tatmin edecek faaliyet içinde olmayı hesaplamak çoğu zaman kendimi yorgun, çaresiz hissetmeme yol açıyor.
Spesifik bir örnek verecek olursam; etrafı çevrili tek bir park var yakın çevremde. İrene’yi tasmasız oynatabildiğim tek yer. Parkın karşısında oturan bir yaşlı kadın ve kızı burayı sahiplenmişler. İstemiyorlar köpekleri. Bir yılı aşkın süredir verdiğim mücadelenin haddi hesabı yok. Şimdi oralara hiç girmeyeceğim. Çözüm kısmında ben ne yaptım? Belediyeye köpek parkı için dilekçe verdim. Ayrıca o ana kızdan da uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü sabrım ve empati yeteneğim gün geçtikçe zayıflıyor ve ben onların saçını şöyle elime dolayıp kafalarını bir yerlere çarptığım görüntüleriyle uğraşıyorum. Evet, acayip öfke ve kızgınlık doluyum.
Bu tek örnek bile yetti aslında bana. Diğerlerine değinmeme gerek yok. İrene bizim ailenin bir ferdi. Dolayısıyla varın siz düşünün yaşamın her alanında onun ve ona rehberlik etmeye çalışan benim halimi. Ne kadar uzun bir hikâye!
Gelin kısaltalım o zaman. Kişinin içinde bulunduğu çevre koşulları değil, bunlara karşı tutumu bu koşulların yenilgi vesilesi mi, zafer telkini mi olacağını belirlermiş. İrene ve ben cici kızlar olarak her yere gidebilme şansımızı kullanarak inşallah kendi zaferimizi kazanıyoruz. Yapabildiğimiz kadarıyla bu zafer sürecinin tadını çıkarıyoruz. Belki neşe de bize arkadaşlık eder. Kısa anlarda deneyimlediğimiz neşeyi bu yolculukta bizimle olması için davet ediyoruz. Teşekkürler.