Boş zamanımda şehirde dolaşmayı severim. Hem farklı manzaralarla karşılaşır, hem değişiklikleri gözlemleme şansı bulurum. Üzüldüğüm zamanlarda olmuştur, sevindiğim, gurur duyduğum zamanlar da olmuştur. Yapılar, insanlar, olaylar, yaşananlar, ani ortaya manzaralar… Son zamanlarda en çok ilgimi çeken ve bakarken de üzüldüğüm yerlerden bir tanesi Tuz Hanı olmuştur. Bu Han’ın önceki haliyle, şimdi halini karşılaştırdığım zamanlar, gerçekten “üzülmüyorum!” desem yalan olur. Belki gençler bilmezler, şu an ki halinin güzel olduğunu düşünebilirler, ancak belli bir yaşın üzerindekilere soracak olursanız, size daha farklı söylemlerde bulunacaklar ve hakikaten üzüldüklerini söyleyeceklerdir.
Elbette bu işle iştigal edenler ve yetkililerimiz belki böyle uygun görmüşlerdir bilemiyorum, ancak şu an ki halinin beğenilmediğini, eski, yıkık halinin daha güzel ve ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim. En azından otantik ve nostaljik bir havası vardı. Eski halinin insanı daha fazla bilgi sahibi ettiğini ve insanı geçmişe götürdüğünü söyleyebilirim. Gözlemlerimizde, içindekiler dışında, ne daha önce orada çalışan esnaflar, ne ilk defa görenler, ne de önce ki halini bilenlerin memnun olmadıkları söylenebilir. En son Harfane geceleri düzenlendiği söyleniliyor, ancak kişi başı 200 Tl üzeri bir harcamayı göze almalısınız. Ben gidemediğim için bilemiyorum!
Neyse, o gün içine giremediğimiz, ancak dışarıdan etrafını gezme esnasında, eşeğe binmiş bir amcamızı görünce, geçmişe doğru bir yolcuğumuz başladı. Eski günlere, köylülerin en çok faydalandığı Han’ın o günkü durumu, sinema şeridi gibi gözlerimizin önünden geçti.
Etraftakiler, sanki eşeğe binmiş birini hiç görmemiş gibi etrafında toplanmaya, hatta içlerinden bazıları fotoğraf çekmeye başladılar. Kimdi, nereden, ne için gelmişti bilmiyorum, ama belli ki şehrin dışından, belki kırsal kesimden şehre gelerek, ihtiyaçlarını görmek isteyen biriydi. Belki eskiden olduğu gibi, ihtiyaçlarını bu şekilde karşılamak istemişti, belki de yaşından dolayı ya da rahatsızlığından dolayı, bu şekilde gelmek istemişti, belki de arabası yoktu, eğer varsa da yakıtın pahalı olmasından dolayı eşekle şehre inmeyi göze almıştı. Artık eskiden olduğu gibi, eşeğini bir yere bağlamak istemişti, ama uygun bir yer bulamadığından olsa gerek, hep eşeğin sırtında işlerini-ihtiyaçlarını görmüş ve dönüşe başlamıştı.
Aslında çok değil, 15-20 yıl önce insanlar atlarla, eşeklerle çarşıya inebiliyordu. At arabalarına rastlamak mümkündü. İnsanlar birçok taşıma işlerini at arabalarıyla yapılabiliyordu. Köylüler, süt, yoğurt, ayran yağ gibi ürettikleri hayvansal ürünleri getirip şehir merkezinde satabiliyorlardı. Köylüler eşeklerle getirdikleri çeşitli ürünleri, şehirdeki çeşitli resmi binalarda çalışanlara, diğer sivil apartmanların sakinlerine, mahallelerde ikamet edenlere süt, yoğurt vb. satıyor, eşekleri üzerinde evlerine dönmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Yine Tuz Han’ı yanı başında ki ayrancı pazarı diye ( ayran ağacı- dari dew deniliyordu) bilinen yerde, herkes sabah erkenden istediği her hayvansal ürünü alabiliyordu. Şimdi ne ayran kaldı, ne Pazar kaldı, ne o eski bilindik Han kaldı, ne de artık eşeklerle şehre inenler kaldı. Hepsi teknolojiye yenik düştüler.
İşte böyle şehirde hasbelkader görülebilen eşeğe binmiş birileri görüldüğünde de insanlar böyle bakıp duruyorlar. Şehirde yaşayanlar, özellikle çocuklar atı, eşeği bile bazen tanıyamıyorlar.
Geçenlerde, kenar mahallenin birinde, bir evin önünde oturuyoruz. Evin önünden bir eşek geçti.
Evin küçük çocuğu, “baba ineğe bak, ineğe bak!” diye bağırınca, hepimizi gülme krizine girdik. Aslında gülmemiz gereken yerde, düşünüp ağlamamız gerekiyordu, ama biz gülüyorduk halimize. Artık çocuklarımız inekle, eşeği birbirinden ayıramıyordu. Çok yazık çok, üzülmemek, düşünememek mümkün değildi.
Anlayacağınız, “hep eskilere özlem duyuyorsunuz!” diyorlar ya! Duymamak mümkün mü? Şimdi ne Han’lar kaldı, ne Hanlardan faydalanan köylüler, ne de at, eşeksırtında yolculuk edenler! Hal böyle olunca, işte böyle eşek ile ineği birbirinden ayıramayacağız maalesef.
Hasbelkader eşekle gezen birini görürsek de, hem şaşıracak, hem de telefonumuzla fotoğraf çekme yarışına gireceğiz. Gel de eskiye özlem duyma!
Kerim BAYDAK