Kur’an-ı Kerim’den sonra benim için iki kitap çok önemlidir. Bunlardan birisi “sahih” hadislerin yer aldığı kitaplar, bir diğeri de Eflatun düşlediği ‘en iyi devleti’, Sokrates'le birlikte anlattığı “Devlet” kitabıdır.
Bu iki tür kitabın özelliği, kitabı oluşturanların “akla gelen her şeyi” çekinmeden sorup, ona göre bir yol çizmeleri nedeniyledir.
Sadece o dönemde değil, belki çok uzun yıllar sonra karşılaşılabilecek sorunlara çözüm bulunuyor, nasıl bir yol izleneceği anlatılıyor, yol gösteriliyor, yeni bir tartışmanın kapısı aralanıyor…
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) yaşadığı dönemde, onun yüzünü gören, sohbetine katılma şansı elde edenler, “okuyunca kızdığımız” belki de “yahu bu soru bir peygambere sorulur mu?” diye sinirlendiğimiz soruları bile sormuşlar. “Ayıp” dememişler, “günah” dememişler, “abes” dememişler, “aptalca” bir soru diye bakmamışlar. Bazen kendileri için, bazen başkaları için, bazen de onlardan yüzlerce, binlerce yıl sonra gelecek olanlara “yol gösteren” soruyu sorup, cevabı da almışlar…
Eflatun’la Sokretes’in devlet üzerine muhabbeti de, “yönetim” açısında ya da “demokrasi ve cumhuriyet”açısından sorulması gereken her şeyi sorulması nedeniyle dikkat çekici.
Daha işin başındayken akla hayale gelmedik, “çok basit” veya “çok cahilce” sanacağımız konular bile büyük bir ciddiyetle tartışılmış, çözüm üretilmiş, yol gösterilmiş, yeni kapıların aralanmasına fırsat verilmiş.
Kur’an-ı Kerim ile hadis-i şerifler ışığında İslam’ın yaşanmasına dair her şey konuşulmuş, akla takılan ve takılabilecek her soruya cevap bulunmuş, yüzlerce, binlerce yıl sonra karşılaşılacak sorunlara da “çözüm kapısı” aralanmıştır.
Bu açıdan televizyon hocalarına sorulacak saçma sapan sorular, bin 400 sene önce de sorulmuş, cevabı da verilmiş. Halen soruluyor olması, İslam’ın bir eksikliği değil, cehaletin ve tembelliğin bir belirtisidir.
Eflatun’un düşünü, özlemini, beklentisini, en iyiyi bulma adına Sokretes’le yaptığı sohbetleri incelediğinizde de, tıpkı İslam’ın inanç, amel ve yönetim anlayışı gibi, demokrasi ve cumhuriyet için de “çok uzun yıllar sonra” karşılaşılabilecek sorunlara çözüm üretildiğini görmek mümkün.
Ama buna rağmen, halen rayına oturmayan varsa, bu da demokrasinin veya cumhuriyetin eksikliğinden değil, insanların “kendi çıkarı” doğrultusunda açık kapı aramalarındandır. Amacına ulaşmak için her yolu mubah bilenlerin hırsıdır, ilişkileridir, kirli pazarlığıdır, el altından iş yürütmesidir.
Hadis ve Devlet kitabıyla verdiğim bu iki örnek, aslında siyasetin soran, soruşturan, araştıran, en iyiyi bulan, bir başka deyişle “zeki insanlar eliyle yapıldığını” düşündürebilir.
Ne yazık ki değil…
Tıpkı televizyonda canlı yayında “su içmek oruç bozar mı?” diye soran inandığı dinden habersiz insan gibi, verdiği oyun ya da aldığı desteğin ne demek olduğunu anlamayan siyasetçi veya seçmende vardır.
Oysa oy vermek, bir sorumluluktur…
Oy verilmek de bir sorumluluğun doğmasına neden olmaktadır.
Bir başka deyişle, siyaset yapanlar da, siyaset yapanlara destek verenler de bunu iş olsun,
Birilerinin tekeri dönsün,
Kimilerinin işi görülsün,
Kendisi ve çevresi mal sahibi olsun,
Ona sponsor olanlar amacına ulaşsın,
Yakınları makama kavuşsun,
Gizli ve açıktan destekleyen kirli veya temiz örgüt veya oluşumların projesi sonuçlansın diye vermez…
Böyle bir destek vermek de olmaz, böyle bir destek almak da olmaz.
Siyaset yapılmak yerine “siyaset yaptırılmaya” çalışılınca, birileri kendi işini görmek için sahaya eleman sürülür ve bu eleman “sahnede” olduğu için “telif hakkını/rolünün karşılığını” alır. Seçilirse de, kendisini sahneye sürenlerin amacına göre hizmet eder.
Siyaset yapmakla, siyaset yaptırmak arasındaki fark budur. Birisinde kendin için, milletin için, ülken için siyaset yaparsın. Diğerinde ise seni öne sürenler için…
Bütün bunlar defalarca yaşanmadı mı sanıyorsunuz?
Tarih boyunca “sahneye sürülen kuklalar”oldu, halen de oluyor. Bu nedenle kuklaları hiç önemsemedim. Kuklacıları ayıplamaya da gerek görmedim. Her seferinde ve çoğunlukla da bile bile kuklanın arkasından nasıl gidilir, merak ederim ve sormak isterim, “siz bu filmi daha önce görmediniz mi?”