Dünya üzerinde yaşayan, içiçe olsalar bile farklı huy ve karekterde insanlar olabilmektedir.Aynı havayı tenefüs etseler de, aynı imkânlardan faydalansalar da, aynı kural ve kaidilere uysalar/uymaları istense de, söyledikleri ve yaptıklarında farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. İyi-kötü, faydalı-faydasız, genç-yaşlı, kadın-erkek olmaları hiç farketmez.
Bazı insanlar vardır, ne söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yapsınlar, asla karşı tarafı incitmezler... Söyleyiş tarzı, üslûbu, yaklaşımları, yorumları, eleştirileri çok önemlidir...Hani derler ya, “Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır!”...Gerçekten çevremizde öyle insanlar var ki, tatlı dilleriyle, yumuşak sözleriyle, hatalarımızı yerinde ve uygun söylem ve davranışlarıyla bizleri bir daha yapmamak üzere, ikaz ve telkinlerle ikna ederler. Bazen isteseniz de karşı çıkamıyor ve kabullenmek zorunda kalıyorsunuz. Bahse kanu olan olumlu şeyler, sadece güzel sözler içindir.
Bir de madalyonun diğer tarafı vardır.Yani yüzüne karşı söylenemeyen, sadece yapılacak davranışlarla karşı tarafı uyarmak, olumsuz yaptığı her şeyi olumluya çevirmek ya da olumlu olması için gerekli mesajı vermek, yaptığı neyse yanlış olduğunu, olabileceğini anlatmak ve kabul ettirmektir.
Diyelim ki yanlış bir şey yaptık/yaptınız ve bunu karşı tarafa anlatmak istiyorsunuz; ama nasıl becerebileceksiniz? İşte o an da, bu tür insanların etkinliği ve söylediklerinin kalıcılığı devreye giriyor.
Bir sanaat gibi sözleri güzelleştiren, yönlendiren, yoğuran ve şekillendiren, işte bu tarz sahibi insanlardır. Bu konuda, çevremizde çok yetenekli olup, başarılı olabilen insanlar vardır mutlaka. “Nasıl başarabiliyorlarsa helâl olsun!” diyebilirsiniz.. Eğitimin etkisi muhakkak vardır; ancak eğitimli olmayan bazı şahsiyetler de var ki, insan sohbetine doyamıyor ve ağzından çıkacak her kelimeye pür dikkat kesiliyor.İnsanın içine bir gergef gibi nakış nakış işleniyor söyledikleri, dinledikçe kendinden geçebiliyor insan. Tüm kötülükleri, olumsuzlukları, kin, nefret, vicdansızlıkları bir an da unutabiliyor.
Bilindiği üzere bir de bunun tam tersi durum vardır. Birden konuya girenler...Her şeyden dem vurunlar... Her şeyi bildiğini düşünüp, balıklama her konuya atlayanlar... Anlatacakları şey, her ne kadar güzel olsa da, her konuda söyledikleri doğru olsa da, anlatış biçimi, konuyu son derece itici, sıkıcı, sıkıntı verici hale getirebilirler.
Ne yazık ki bu tür insanlar, itici, sıkıcı, sıkıntı verici oldukları kadar, kırıcı da olabiliyorlar....
Söyleyiş tarzı, yani üslûp bir sanattır da denilebilir.Konuşurken karşımızdakini, sıkmadan, tiksindirmeden, kırıcı olmadan anlatacaklarımızı anlatmalı, hatalarını tatlı dil ve güleryüzle, rencide etmeden uyarmalı/ikaz etmeli, müteakip zamanlarda da tekrar sözü dinlenilecek ve söyledikleri kaale alınacak ortamlar hazırlanmalıdır.Anlayacağınız söylemenin de, anlatmanın da, davranışlar da bulunmanın da bir adab-ı, bir üslûbu ve bir raconu vardır.
Tam da bu anlamda konuyu perçinleştirecek çok güzel bir kıssadan hisseyle başbaşa bırakayım sizleri.
“Padişahın canından çok sevdiği bir devesi vardı. Padişah sadece bu deveye bakmaları için birkaç kişi vazifelendirmişti.
Padişahın deveye olan sevgisi o kadar fazla idi ki:
“Kim bana bu devenin öldüğünü söylerse onun kellesini keserim” diyordu.
Fakat deve de nihayet bir hayvandı... Bir gün, beş gün derken, kaç sene yaşadıysa her hayvan gibi o da öldü. Şimdi kim gidip de padişaha:
“Deve öldü” diyebilecekti.
Bir - iki gün sonra içlerinden biri:
“Ben bunu gider padişaha söylerim” dedi ve padişahın huzuruna çıkıp saymaya başladı:
“Sultanım kıymetli deveniz yattı kalkmıyor, yumdu gözlerini açmıyor, uzattı ayaklarını toplamıyor.
Üstelik nalları güneşe karşı geldiğinden, çok da güzel parlıyor...”
Adamı sonuna kadar dinleyen padişah:
“-Desene deve öldü!..”
Adam:
“Padişahım onu da siz söylediniz, çünkü işin içinde kelle var!” diyor...
Ölümü ne güzel bir anlatış tarzı, ne kadar güzel bir üslûp değil mi?
Ne dersiniz, haksız mıyım?..
Kerim BAYDAK