Vefa’nın sadece İstanbul’da bir semt adı olmadığını, nankörlüğün de kedilere has kalmadığını öğreneli çok oldu. Hayatın her alanında olduğu gibi siyaset de bize çok şey öğretti; vefasızlık ve nankörlüğü mesela…

Bu iki kelime, insani yönden bakınca, bir düşüşün de adı olduğuna inanırsınız. Çünkü kadir kıymet bilmek veya vefa, insanlığın bir kazanımıdır. Nankörlük etmemek de öyle.

Elbette hayatın her alanında, özellikle verilen bir desteğin sonunda, uzatılan ele verilen karşılıkta, bir makama, bir güce veya paraya kavuşturulan insanın, sahip olduklarına göre şekillenen kişiliğinde öğrendik, nankörlüğü…

Aynı şekilde 40 yıl sırtında taşıyıp, sadece bir kez “öf” diyenlere karşı tavırda gördük nankörlüğü.

Asla sahip olamayacağı makamlara gelip, güce kavuşan, paraya doyan, lüks içinde yaşayanların, bu imkânları sağlayana karşı tavrında gördük nankörlüğü…

Vefasızlık ve nankörlük aslında iki kötü kardeş gibidir. Tersi ise yine iki kardeş gibidir ama bu defa iyi kardeş…

Vefasızlık, “ben bilirim” diyenlerde, hesabı olanlarda, nankörlük ise “hep ben olmalıyım” diye düşünenlerde zuhur ediyor.

40 yıl boyunca hep el üstünde tutulan, hep üst makamlara getirilen, her zaman korunan ve kollanan kişilerin, evinde oturma zamanı geldiğinde, kirli çamaşırları ortaya dökmesi veya kendi kıt aklıyla algılayamadığını deşifre ediyor görüntüsü vermesi, bir nankörlükse eğer, 40 yıl karşılıksız verilen çabayı görmemek de vefasızlıktır.

Siyaset, bu iki kelimeyi en çok kullanan alandır.

Siyasette vefa bulamazsınız, nankörlükten de geri duramazsınız.

Son iki örnek, bunu çok iyi açıklıyor.

Bugün 52 yaşındayım. Ben henüz yeni konuşmaya başladığımda siyasete giren Bülent Arınç, kırk yılı aşkın bir zaman hep “önemli” görevlerde bulundu, milletvekili olarak da görev yaptı.

AK Parti döneminde ise bakan oldu, başbakan yardımcısı oldu ve meclis başkanlığı yaptı.

Bugün 68 yaşında olan Bülent Arınç’ın evine çekilip, torunlarıyla oynama zamanı. Bugüne kadarki birikimini de gelecek nesillere aktarmak için eline kalem alma zamanı.

Gelebileceği en güzel yerlere gelmesine, kendisine “abi” denilip, bir köşeye bırakılmamasına, hiçbir zaman vefasızlık yapılmamasına karşın, o nankörlüğü, tutulacak son dal olarak görebiliyor.

Oysa iyi anılmak varken, bütün bir geçmişi çizdirecek kadar vefasızlığa zorlamanın ne âlemi var?

Hüseyin Çelik, ikinci son örneğimiz…

Çelik, Bülent Arınç’a göre daha genç.

57 yaşında olan Hüseyin Çelik, Doğru Yol Partisinde başladığı siyasete, AK Parti’de birden fazla bakanlık yaparak devam ettirdi.

O da sürekli korunan, kollanan ve üst makamlara getirilen, hizmet alınan bir isim oldu.

Ancak, başbakan başdanışmanlığı görevi kendisine verilmediği ilk anda, önce Bülent Arınç’ın nankörlüğünü sosyal medyada bulup, paylaştı. Sonra da istifa etti.

Giderken köyü yakmak istiyordu belki.

Ben yoksam, hiç kimse de olmasın diye düşünüyordu.

Beni hiç kimse kapı önüne koyamaz diyordu.

Ya da ne bileyim belki de kendisine yapılanı bir vefasızlık olarak görüyor ama nankörlüğünü hiç hesaba katmıyordu.

Benim için görev ve makamdan önce yol arkadaşlığı geliyor.

Bir arada olan insanların, birlikte yürüyen, bir şeyler paylaşan, dostluk içerisinde bir ömür tüketenlerin son dakika golüyle adının öne çıkmasını isteyebilirler ama belki de nefret kazanmaya başladıkları andır, o an…

Vefa ve değer bilme, bu açıdan çok önemli.

Çok hassas bir terazi gibidir belki; insanları nerede kırdığını bilmez, nasıl hakkını yediğinin farkına varmazsın.

Ya da o güne kadar sana yapılanı bir çırpıda silip, gerçek yüzünü göstermeye başlarsın. Değil mi ya, her türlü imkân sağlandığında, bütün kapılar kendisine açıldığında, kalkıp kem söz edecek halleri yok ya…

Aslında her iki isimi de, AK Parti’de bu iki isme kızanları da çok iyi anlıyorum. Kolay değil, siyasi olarak ihanete uğramış birisiyim, ihanete uğrayanları da çok görmüşüm, nankörlük edenleri de.

İnsanlar, insani yönünü her zamanda ve her zeminde gösterebilmeli, verirken iyi de, alırken mi kötü oluyorlar?

 

Tweetimden seçmeler

Bir insanı görev verirken değil, görevden alırken tanırsın.