Adalet Herkes İçin...
Ancak; Adalet için yürüyenler bir de geçmişlerine baksalar!
Keban’a bağlı bir “Zırhı Bölgesi” denen dağlık mevkide bir köy okulunu teftişten sonra bir köylünün evinde geceledik. Ev sahibi yaşlıca biriydi ve 1937 yılında Dersim’de asker olduğunu söylüyordu. Dersim olaylarını anlatırken çok duygulanıyor bizi de hayretler içinde bırakan olaylar anlatıyordu. Dersimlileri nasıl öldürdüklerini, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara komutanlarının emriyle yapılanları anlattıkça daha da duygulanıyor ve “en iyisi bunları anlatmayayım” diyerek konuyu değiştirmeye çalışıyordu.
Daha sonra “Kemalist Devrimlerin Analizi” adlı kitabım için araştırma yaparken bu adamın anlattıklarından daha beter olaylar olduğunu gördüm. Bunlardan sadece Cengiz Kapmaz’ın http://www.savaskarsitlari.org adresindeki yazısı bile olayın dehşetini ortaya koymaktadır. Dersim’de askerliğini yapan Abdullah Çiftçi’den naklen şöyle bir olay anlatılıyor:
“Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını hepsini ağır makineli silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu. Kimseyi dinlemiyorduk. Tuttuk mu bırakmazlardı, öldürürlerdi.
Çocuklar birbirine sarılırdı.”
Çiftçi, özellikle bir bölümü anlatırken gözyaşlarına hâkim olamıyor:
“Allah kimseye göstermesin gördüklerimi. Müslüman Müslüman'ı vuruyordu. Çocuklar birbirlerine sarılırlardı. Candı, ne yaparsın. Sonra çığlıkları gökyüzüne yükselirdi. Kanları sel olup akardı. Hala o çığlıklar kulaklarımda, bir türlü gitmiyor.”
Benzer olayların Zilan’da da yaşandığı ile ilgili olarak 16 Aralık 2009 tarihinde “Erciş Haber”de yayınlanan bir tanesini anlatayım.
Mirza Efendi oğlu Hüseyin adında yaşlı bir adam anlatıyor:
“Zilan Katliamında ben Diyarbakır’da askerdim. Diyarbakır’dan bölgeye sevk edilen askeri birliklerin içinde ben de vardım. Bölgeye intikal ettiğimizde katliam yeni yapılmıştı. Bizler firar edenler ya da katliamdan kurtulup gizlenenlerin bulunması ile görevliydik. Yakılan Çakırbey köyünde bu amaçla arama tarama yapıyorduk; daha önce katledilen ve yakılan köyün yıkıntıları arasında sağ kalan insan arıyorduk. Aramalar neticesinde iki kişi bulundu. Her ikisini de alıp komutanın yanına getirdiler. Bizler de arama faaliyetini tamamlayıp orada toplandık. Yakalananlardan biri 80’lik ihtiyar bir adamdı. Diğeri ise, halinden doğumunun çok yakın olduğu belli olan hamile bir kadındı.
Komutan, yaşlı adama bir iki tekme atıp;
‘Bu adam zaten gebermiş, iki kişi kadının kollarından tutsun' dedi.
İki asker, daha önce gördüğü dehşetin de etkisiyle tir tir titreyen zavallı kadının kollarından tuttu.
‘İçinizde bu kadının karnını deşip piçini çıkaracak bir gönüllü çıksın!’ diye bağırdı. Bir kaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı. Bunun üzerine bu işi gerçekleştirecek kişiye 40 gün mükâfat izni var dedi. Bir asker gönüllü olarak çıktı. İki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının karnını süngüyle yardı. Kadıncağız hemen öldü. Çocuk yaşıyordu.
Komutan:
‘Bakın bakalım, erkek mi kız mı?’ diye sordu. Asker ‘erkek’ diye cevapladı. Komutan:
‘Piçin erkek olduğunu tahmin etmiştim.’ dedi.
Asker çocuğu da süngüleyip öldürdü.”[1]
Bu olayları ve daha beterlerini araştırmalarım esnasında öğrenince Kebanlı amcanın anlattıklarının “devede kulak” denecek kadar olduğunu dehşetle öğrendim.
[1] Erciş Haber 16 Aralık 2009