(Bu yazı dizisinin 1’inci bölümünde İslam dini dışındaki dinlerin ve sistemlerin farklı ırklara mensup insanlar arasındaki beşerî ilişkileri eşit bir şekilde düzenleyen kurallar ortaya koyamadığını, “Millet” teriminin yirminci yüzyılın başlarına kadar “din” olarak kullanıldığını anlatmıştık. Konuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.)

İlk Irkçı Şeytandır; İşlenen İlk Günah Irkçılıktır

 

Kur’ân-ı Kerîm’de kavmiyetçilik anlamındaki “asabiyye” kelimesi geçmemekle beraber ona yakın bir anlam ifade eden “hamiyye” kelimesi geçmektedir.

Kâfirler, kalplerinde o (şeytani) hamiyet gururunu (kavmiyetçilik ve ataperestlik taassubunu) ve cahiliye damarını kabartıp kaynattıkları zaman, Allah (C.C) peygamberinin ve müminlerin üzerine sabır ve sükûnet indirdi. Ve onların takva kelimesi üzerinde kararlılıkla durmalarını sağladı. Zaten onlar buna layık ve ehil insanlardı.  Allah (C.C) her şeyi) hakkıyla bilendir.[1]

Kur’an-ı Kerim’e göre ilk ırkçı Şeytan (İblis)tir. Çünkü Allah’ın emrine rağmen Âdem’e secde etmemesinin sebebini şöyle açıklar:

“Ben ondan daha üstünüm, beni ateşten, onu ise balçıktan yarattın.[2]

İblis’in itirazının merkezinde kökeniyle ilgili tasarrufu bulunmaktadır. Bu sözüyle kendi kökenine, olmayan bir üstünlük atfedip bunun üzerinden tasarrufta bulunmuş, Âdem’den soy olarak daha üstün olduğunu, çamurdan yaratılan birine saygı gösteremeyeceğini ve onun önünde eğilmeyeceğini söyleyerek aynı zamanda ilk günahı işlemiş ve ilk günahkâr olmuştur. İşlediği ilk günah da ırkçılık, (kavmiyetçilik, asabiyet, soy üstünlüğü, bugünkü anlamıyla milliyetçilik olmuştur. Kur’an-ı Kerim’e göre bu davranışının cezası ebediyen lanetlenmek ve ebedi olarak cehennemlik olmaktır.[3]

Dikkat edilecek olursa Şeytan (İblis), Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr etmemektedir.  Kendisini ve Âdemi Allah’ın yarattığını ikrar ve itiraf etmekte, ahirette ebedi cezaya razı olarak ahireti yani öldükten sonraki hayatı da inkâr etmemekte; ancak kendi ırkının (Cin) daha üstün olduğunu belirterek üstünlük taslamakta ve soyuyla iftihar ederek Âdem’i küçük görmektedir.

Bu demektir ki:

Irkçılık (kavmiyetçilik, asabiyet, soy üstünlüğü, bugünkü anlamıyla milliyetçilik) Şeytanın mesleği ve karakteridir. Irkçılar da şeytanların meslektaşları ve takipçileridir. Kur’an’da belirtildiğine göre onlara kıyamet günü şöyle denecektir:

“Ve ey günahkârlar! Siz bugün şöyle ayrılın!  Ey Âdemoğulları! Size, Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır; bana kulluk edin, doğru yol budur, dememiş miydim? Nitekim o şeytan sizden nicelerini saptırdı. Hiç aklınızı kullanmıyor muydunuz?”[4]

İbn-i Teymiyye’ye göre İslam dini, Hz. Peygamberin Ehl-i Beyti’nden, olsalar bile insanı, ecdadı, soyu sopu ile değil, imanı ve takvası ile faziletli kılar. Allah, cenneti kendisine itaat eden için yaratmıştır, isterse bu kimse Habeşli bir köle olsun. Cehennemi de kendisine isyan eden için yaratmıştır, isterse bu kimse Kureyşli bir şerif olsun. Müslümanların icma’ına göre, kim iman ve takva cihetinden daha büyükse, bu bakımdan kendisinden geride olandan daha faziletlidir. İsterse bu kişi, Habeşli bir siyahi, ötekisi de Hz. Peygamber’in soyundan olsun.”[5]

Ehli Sünnet âlimlerine göre insan ancak kendi değeri ile fazilet kazanır. Sadece nesepte bir fazilet yoktur. Nitekim birisinin babası veya oğlunun kâfir olması, Allah katında ona bir eksiklik getirmez. Bundan dolayı Sahabe, babalarından daha faziletlidir; zira babaları kâfir idi. Allah hiç kimseyi nesebinden dolayı övmüş değildir. Sadece imanı ve takvası ile övmüştür.[6]

Bununla beraber, İbn Teymiyye Hz. Peygambere duyduğu engin hürmet dolayısıyla, onun sülalesini sair Müslümanlarla bir tutmamıştır.

İbn-i Teymiyye de Araptır ve ne yazık ki Müslümanlar arasında faziletli sınıfların olamayacağını söyleyen Kadı Bakılanî gibi kelamcılar ona göre Şuubiyeci ve bid’at ehlidir. İbn-i Teymiyye de Müslim’in rivayetinde geçen "Haşimiler Kureyş’in efdalidir, Kureyş, Arabların efdalidir, Araplar da âdemoğullarının efdalidir"[7] hadisini delil göstererek Arapların insanların en faziletlisi olduğu kanaatindedir.

Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber’in aksi istikametindeki hadislerine ve sünnetine uygun olup olmadığı ve İslam’ın evrensel prensipleri ve kavmiyet karşılığı düsturları dikkate alınmadan belli bir kavmin üstünlüğünü, sadece bu rivayeti esas alarak iddia etmek ne derece doğru olabilir?

Hz. Peygamberin veda hutbesinde:

“Ey insanlar! Biliniz ki rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur.[8] Allah katında üstünlük ancak takva iledir. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bir Müslümanın malı rızası olmadan diğer bir Müslümana helâl olmaz. Sakın zulmetmeyin. Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun, oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz” dediği bütün siyer kitaplarında ve hadis külliyatında mevcutken nasıl yok sayılmıştır, anlamak mümkün değil!

Kaldı ki Tekâsür Suresinde her ne şekilde olursa olsun soy üstünlüğü, kabilecilik ve kavmiyet davalarının tümü reddedilmiştir.[9]

Hucurat Suresinin 10. ayetinden itibaren Cenabı Allah soy, sop, kabile, statü ve renk ayırımı yapmadan bütün inananları kardeş ilan etmekte ve kardeşlerin arasını ıslah etmeyi emretmektedir.

“Bütün müminler kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumlu davranın ki, O’nun merhametine mazhar olasınız!”

İslam’ın bu öğretisine göre Allah, samimi dindarlık ve ahlâkî hassasiyet demek olan takva dışında bir üstünlük kabul etmemekte, Müslüman gruplar arasında baş gösterebilecek çekişmeleri -asabiyet gayretiyle daha da arttırmak yerine- öncelikle, adalet ve hakkaniyete dayanan uzlaşma yoluna gitme ve her durumda haksız tarafın karşısında olmayı emretmektedir.[10]

“Ey îman edenler, bir kavim diğer bir kavim ile alay etmesin. Olur ki (alay edilenler Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın). Olur ki onlar (eğlenceye alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. (Kendi) kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır! Kim (Allah’ın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmezse onlar zalimlerin ta kendileridir.”[11]

Bu ayet bile tek başına İslam’ın insana nasıl bakmak gerektiğini, kavmiyetçiliğin ne kadar çirkin bir iş olduğunu ve kavmiyetçi davranmanın imandan sonra fasıklık olduğunu, böyle davrananların tevbe etmedikleri takdirde zalimlerin ta kendileri olacağını çok açık bir şekilde bildirmektedir.

Ve bu konuda son noktayı şu şekilde koyarak insanların farklı kavimlerden olmalarının hikmetini açıklayarak, hangi kavimden olursa olsun hepsinin atasının, soyunun bir olduğu ve en iyi, en üstün insanın soyuyla değil takvası ile üstün olabileceğini bildirmektedir:

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”[12]

(DEVAM EDECEK)

Not: Daha fazla bilgi için Çıra yayınlarından çıkan “TARİHTEN GÜNÜMÜZE IRKÇILIK, MİLLİYETÇİLİK VE İSLAMOFOBİ” adlı kitabımı tavsiye ederim.


[1] Fetih, 48/26

[2] Sad, 38/76

[3] Araf, 7/12-18

[4] Yasin, 36/59-62

[5] Minhacu's-Sünne, II, 194, 201; IV, 201. Doç. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu, a.g.e. S. 182

[6] a.g.e.

[7] Minhacu's-Sünne, IV, 6. (Doç. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu, a.g.e. S. 182.)

[8] İbn-i Hanbel 5/415

[9] Tekasur, 102/1-8

[10] Mustafa Çağırıcı, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 3, S. 453

[11] Hucurat, 49/11.

[12] Hucurat, 49/13.