Eskiden tren biletleri üç mevki için ayrı ayrı renkte olurdu. Trenin birinci mevkisine kurulan biri, yanındaki gençle bir konuda münakaşaya tutuşurlar. Adam sinirlenip imdat frenini çeker ve memurlar gelir. Adamı suçlu bulup ceza keserler. Bu arada genç; memurlara der ki:
-Memur Bey! Lütfen adamın biletini kontrol eder misiniz?
Kontrolde, bileti ikinci mevki olduğu anlaşılır ve adamı dışarı çıkarırlar. Gencin yanında oturan bir başkası sorar:
-Biletin ikinci mevki olduğunu nasıl anladın?
-Aynen benimkinin rengindeydi…
Güzel bir fıkra bana göre. Güzelliği satır aralarındaki anlamından geliyor, yine bana göre. Bayılırım böyle ince dokundurmalara. Tabii, bana yapılmadığı sürece. Ne kadar bencilce değil mi?
Bu dokundurmalar genelde de hep hassas ilişkilerde gündeme gelir nedense. Yani gözden çıkarmakla ya da gönüle sokmakla ilgili kararsızlıklar yaşandığındandır benim gözlemleyebildiğim kadarıyla. Bu ilişkilerden biri de anne- evlat ilişkisidir diyebilirim, yine yaşadıklarımdan yola çıkarak.
Annemle ya da oğlumla yaşadıklarımda ben de bunu çok yapıyorum. Çünkü çok hassas ilişkiler bana göre. Bir de şu “ el âlem ne der “ düşüncesi var ya, resmen felç ediyor beni ilişkilerde. Felç olmamak adına paylaşmak istiyorum o yüzden. Fakat “ aynı renk “ ten olduğumuzu biliyorum şükürler olsun. Kabullenmekte zorluk çekiyorum ve onu kolaylaştırmak adına paylaşıyorum.
Oğlum, burada ve ben onunla iki kez çay içmenin dışında iletişime geçemedim. Sadece arabasına tüp taktırdığı için arka koltukta taşımak istemediği ve benim balkonuma bıraktığı stepnesi ile özlem gidermeye çalışıyorum. Ne de olsa ona ait bir eşya!
Buralarda( Fethiye’ de ) tanık oldum; küçük çocukların elindeki “ kokutmalık “ dedikleri kumaş parçasına, çocuk ağlamasın diye eline tutuşturulan ve de onu koklaya koklaya uyuyan çocuklara. Hatta belki size abartı gelecek ama iki çocuk annesi olduğu halde, hala kokutmalıkla uyuyan anneye bile tanık oldum.
Lastik kokusunu hiç sevmem. Araba ile yolculuklarda kâbusum mide bulantısıdır. Öyle olmasa ben de stepneye sarılıp yatabilirdim. Şaka bir yana gerçekten canım yanıyor. Bu ne biçim özlemdir, hiç bitmeyen.
Üstelik paylaşılamayan. Yargılanmaktan korkuyorum en çok da. “ Sen annesin” diye başlayan söylemleri dinlemekten yoruldum artık. Evladın söz konusu olduğunda “ sen annesin “; annen söz konusu olduğunda da “ sen evlatsın “ demelerinden bıktım usandım. Böylece sustum. Sustukça bedenime zarar verdim. Felç geçiriyordum. Yani “ sözün büyüsü “ gerçekleşiyordu; “ resmen felç geçiriyorum “ derken. Sitemim kendimedir o yüzden.
Yalnızca bugün için; başta oğlum ve annem olmak üzere tüm yakınlarımı çok seviyorum ve onları çok özlüyorum. Onlarsız olmaz diyorum ve kocaman bir kucakla sarıp sarmalıyorum.